31 Temmuz 2013 Çarşamba

ziyaretçi


Ziyaretçi

İnsan askerde olduğu zaman anlattığı hikayeler de hep askerlik üzerine oluyor. Tıpkı “erkeklerin askerlik maceraları” gibi. Herkes bilir, iki askerlik arkadaşı bir araya geldiği anda, etraftaki herkese ızdırap olan askerlik anıları ortalığı kasıp kavurur. İşin kötüsü yaşı gelmiş her erkek askerlik yaptığı için herkesin benzer hikayeleri olur. Herkes başlar anılarını anlatmaya. Olan masada o sırada tesadüfen ya da zorunlu olarak bulunan bayanlara olur. Onlar sadece birbirlerine “bizim beyin kusuruna bakmayın askerlik denince böyle oluyor” bakışları atarlar. Bir de ortamda askerliğini yapmamış bir genç arkadaş varsa eyvah! Sabaha kadar ona öğüt üstüne öğüt verilir. O yüzden bu gibi durumlarda “Ben de önümüzdeki ay gidiyorum” falan demeye kalkmayın. Sabaha kadar esir olursunuz. Öğüt verenler sizden büyük olduğu için bir şey de diyemezsiniz, öylece bakar, içinizden“sızsa da gitsek” dersiniz. Bu da benden size öğüt.
Askerlikte, ziyaretçi önemli bir hadisedir. Sizi askeri ortamdan alır götürür. Bir süre için her gün mıntıka temizliği yaptığınız masalar gözünüze güzel görünür. O öğlen (ya da akşam) asker tayını yerine börek yemenin mutluluğu şişmiş yanaklarınızdan hemen okunur. Hele bir de uzak bir memleketten gelen akraba falan varsa, elinizdeki yiyecek torbalarını nereye saklayacağınızı bilemezsiniz. Anne, baba, teyze, amca neyse artık sürekli “Neye ihtiyacın var oğlum?” “Oğlum şundan da ye. Hatırım için bak!” diyip sizi şımartır. Bilmemkaç gündür komutanlardan fırça üstüne fırça yemiş biri için bu tür şımartılma günleri terapi gibidir. İnsan, er değil de birey olduğunu hatırlar. Kendine gelir. Öyle ki, o sırada dünyayı umursamazsınız.
Ziyaretçinin en kötü tarafı gidişidir. Kalabileceği kadar kalan yakınlarınız, “Eh artık bize müsaade” dediğinde, ilk başta pek bir şey hissetmezsiniz. Onlar da insan, onların da yapacak işi, gücü var. Ne yani asker gazinosunda çadır mı kuracaklar? Tabii ki gidecekler. Toparlanmaya başlarlar. Siz de iyi bir evlat olarak onlara yardım edersiniz. Hala bir sorun yoktur. Vedalaşılır. Sarılınır, “Gene geliriz biz, sen merak etme.” ler havada uçuşur. Sonra gelenler birer birer nizamiye kapısından geçip kimliklerini almaya başlarlar. İşte burada gırtlağınızda bir şeyler düğümlenmeye başlar. Atilla Atalay tabiri ile “ Yavru kedi mi yuttum? Niye gırtlağım tırmalanıyor bu kadar?” olur. Ancak hala kendinize hakimsiniz. Ailenize, onlar giderken ne kadar üzgün olduğunuzu asla belli etmeyeceksiniz. Siz o ailenin biricik oğlusunuz onlar da sizin biricik aileniz. Sizin üzüldüğünüzü, hatta ağladığınızı hayatta görmemeliler. Zira o zaman onlar da ağlar, o zaman siz kendinizi tutamazsınız. Kendi kendinizi telkin edersiniz. İçinizden şafağınızı sayarsınız. “Şu kadar gün sonra hep beraber yemek yiyeceğiz” falan dersiniz. En son arabaya binerler ve birlik kapısından çıkarlar. Son bir kez bakarlar ve el sallarlar. O sırada siz artık kendinizi tutamazsınız. İçinizde çığlık çığlığa “GİTME!” dersiniz. Kedi çoktan gırtlağı yırtmış dışarı çıkmaya başlamıştır. Gözleriniz o kadar sulanmıştır ki el salladıklarını ancak seçebilirsiniz. Siz de el sallarsınız ve yaşarmış gözlerinizle gülümsersiniz. Çünkü o mesafeden gözyaşı belli olmaz ama gülüşünüz bir kilometreden bile belli olur. Siz asla üzgün değilsiniz. Burada çok rahat askerlik yapıyorsunuz. Onların bilmesi gereken bu kadar. Ziyaretçi yerinden koğuşunuza giderken en az adam olan yolu seçersiniz. Hatta belki hiç kimsenin olmadığı yollarda biraz yürürsünüz. Zira ağlamak her zaman zayıflık göstergesidir. Diğer askerler de ağladığınızı görmemeli. Kendinizi toparladığınızda elinizdeki yiyecek torbalarını güvenli bir yere saklayıp koğuşa dönersiniz. Eski halinize dönmüş bir er olarak günlük muhabbetinize devam edersiniz.

İlk ziyaretçim geldiğinde bu anlattıklarımın hiçbiri başıma gelmemişti. Zira iki teyzem de askerlik yaptığım şehirde yaşıyordu ve neredeyse her hafta sonu bir gün ziyaretime geliyorlardı. Ziyaretçi benim için gayet normal bir şeydi. Hatta börek getirdikleri için iyi bir şeydi. Ancak Haziran ayının ilk hafta sonu İzmir’de doktor olarak askerlik yapan arkadaşım ziyaretime geldiğinde işler biraz değişti. İstanbul’da hergün görüştüğüm arkadaşımı iki aydır görmüyordum. Onun da kasımda askere gittiğini düşünün. Aslında iki ay falan değil, epeydir görüşmüyorduk. Askerde insan biraz sertleşiyor. Onu bu kadar özleyebileceğimi hiç düşünmemiştim. O hafta sonu cumartesi çarşı iznim vardı. Kışlanın kapısından uçarcasına çıktım. Minibüs şöförü arabayı katil gibi kullanıyordu ama bana gene de yavaş gidiyoruz gibi geliyordu. Neyse buluştuk. Ne zamandır birlikte doğru dürüst vakit geçirmemiştik. O gün gerçekten eğlendim. Hatta akşamın nasıl olduğunu fark etmedim bile. Akşam beni kışlaya bıraktığında sorun yoktu. Nasılsa yarın da ziyaretime gelecekti. Ertesi gün kalk saatinden sonra vaktimi nizamiyede geçirdim. Zaten kısıtlı olan zamanı, beni arayarak geçirsinler istemiyordum. Ne zaman geldi ne zaman gitti hatırlamıyorum. Sadece gitmeden önce “Bana müsaade” dedi. Eh. Adam hafta sonu için buraya kadar gelmiş. Daha 9 saatlik yolu var. Gazinoya çadır kurmayacak herhalde. Tabii ki gidecek. “Tamam” dedim ve getirdiği kebabın çöplerini toplamaya başladım. Ayağa kalktık. Ben daha önce çok ziyaretçi yolladım. Bu da bir ziyaretçi. Ne var? “Ben gene gelirim. Özellikle senin çarşına denk gelen bir zamanda gelirim. Sen merak etme” dedi. Adama bak. Ben neyi merak edeceğim ki? Benim kalmış şurada 100 günüm. 100 gün sonra gene beraberiz. “İyi, iyi” dedi. ”Seni gerçekten iyi gördüm. Sevindim.” Bu ne ki. Ben daha neler gördüm. Alt tarafı 100 günü mü kaldıramayacağım? Nizamiye kapısından içeri girdiğinde o kedi de ufak ufak yukarılara tırmanmaya başladı. Arabaya binmeden önce sarıldık. Kediyi yutmak için gerçekten çaba sarfediyorum. Ziyarete dair en son hatırladığım şey salladığı eli. Arkasından baktığımdan o kadar emin ki bana bakmadan elini arabadan dışarı uzatıp önce sallıyor, sonra da tekrar buluşacağız işareti yapıyor. Ben buğulanmış gözlerimin arkasından gülümsüyorum. Olur da aynadan falan bakıyorsa diye. Araba virajı alırken bana neden bakmadığını anlıyorum. Aynı kediden o da yutmuş, gözlerini siliyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder