1 Nisan
1 Nisan. Bugün askerliğimin ilk günü. Yaşı gelmiş ve
üniversite bitirmiş (veya bitirmemiş) her Türk gencinin yapacağı şeyi yaptım ve
askere gitmek için başvurdum. Bugün Tuzla Piyade Okulu’nda sınava gireceğim ve
bir hafta içinde nereye gideceğim belli olacak. Daha önce askerlikle ilişkili
işim sadece askerlik şubesinde olmuş. Ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok.
Sınava nasıl gidilir? Yanına ne almak gerekir? Sınav giriş kartı falan yok mu?
Malum sınav çocuğuyuz. Çocukluğumuzdan beri hep sınavlara gireriz. İlkokul
sonunda ortaokullara giriş sınavı.
Liseye girerken lise giriş sınavı, üniversiteye girerken ÖSS. Hayatımız hep
sınavla geçti ve bu sınavlar hep çok ciddi sınavlardı. Nelerin sorulabileceği
en azından konu olarak belliydi. Neler çalışılacak? Ne kadar çalışılması
gerekir? Hepsi belliydi. Sınavlar hep ciddi işlerdi. Sınavdan bir hafta önce
ders çalışılması bırakılır, bir gün önce sınav yerine gidilir, sıraya
bakılırdı. Bu arada başka sınavlara hiç değinmedim. Ehliyet sınavı vardır
mesela, bir kursa gidersiniz çok zor sorular sorulmaz hemen ehliyet alırsınız.
O yüzden pek kimse takmaz. Halbuki manyak şöförler yüzünden ölen insan sayısı
azımsanamayacak kadar çok. Neyse işe girmek için yabancı dil sınavına
girersiniz. Bankaya falan girecekseniz bu daha ilk engeldir. Daha bir ton
sınavdan geçersiniz. Düşünün, askerlik bile sınavla. Gerçi bu sınavdan
kalanları askere almıyorlar gibi bir şey sözkonusu değil.
Uzun lafın kısası bize (benle birlikte Nisan 2005’de askere
gitmek isteyenlere) sınava girecekseniz dendi. Peki. Girelim. Ben zaten
öğretmenim. Benim işim sınav. Bana koymaz, ama diğer arkadaşlar ne der
bilmiyorum. Sınava girecek arkadaşların şöyle bir suratlarına baktım, hepsi de
yeni sınavdan çıkmış gibi bakıyor. Herkes ne yapacağını biliyor. Kalemler
bilenmiş, silgi ve yedekleri hazır, bekliyoruz. Beklerken insan askerliğin
nasıl bir şey olduğunu düşünüyor.
Sınava girmek için daha askeriyenin kapıdan girerken
askerliğe başladığınızı anlıyorsunuz. İçeri girer girmez 10 metrede bir, bir er
size yol göstermek için bekliyor. Hepimizi kantine alıyorlar. Ben sanıyorum ki
adımızı falan okuyacaklar. Ne bileyim, benim öğrencilerimin hazırlandığı
sınavların hepsinde ismin listede varsa sınava girersin, yoksa hayatta binanın
içine bile adım atamazsınız. İnsan hep bildiği ve gördüğü gibi zannediyor her
şeyi. Askerliğin ilk politikası : birey yok, çoğul var. Çoğul dediğim manga,
birlik, bölük neyse o. Asla sen yok. Biz de 100 kişi olduğumuzda bizi 4’lü
olarak topladılar, sıraya dizdiler. Başımıza bir rütbeli (o zaman rütbelerden
hiç anlamıyorum tabii ki. Şimdi sor alayını bilirim.) git babam git. Bir
binanın içine soktular bizi. Oturun! Hemen oturduk. Askerde ikinci kural : her
şey komutla. Komut ya da izin olmadan tuvalete çıkamazsın hatta uyuyamazsın bile.
Neyse şansımıza başımızdaki halden anlayan biriydi. Bize oturma, binanın çok
dışına taşmamak suretiyle gezinme bu sayede sigara içme, masa üstünde kalmak
şartıyla uyuma ve tuvalete gitme izinlerinin hepsini birden verdi. Bir de grup
numarası verdi. Bu bizim kaçıncı 100 kişi olduğumuzu belirten numara. Bir süre
geçtikten sonra sınava alınmak üzere toparlandık. Sınava gireceğiz. Tabii ki
sıra. İlk askeri arkadaş tecrübem de burada oldu. İçimizden biri “Arkadaşlar bu
sınavın sonucu zaten bir anlam ifade etmiyor. Sınavda bir saat duracağımıza
hepimiz atalım yarım saatte bitirelim eve de erkenden gideriz.”dedi. Ne yalan
söyleyeyim bana mantıklı geldi. Zira herkes bitirmeden odadan çıkamıyorsun.
Herkes anlaştı. Hepimiz atıyoruz. Askerler arasında da birbirine giydirme- iş
kilitleme- öne çıkmak için başkasını ateşe atma çok popülermiş. Zira bize
sınavı atın da gidelim diyen arkadaş sınavın son dakikasına kadar seçenek
işaretli. Biz de inanan saflar olarak sınavı bitirmiş öylece suratına baktık
durduk. Sınav bitince tekrar sıra ve bizi gayet kalabalık bir yere götürdüler.
Grup numarası bizden düşük olan adamlar masların önünde sıraya dizilmişler.
Bize bir oda gösterildi, oturduk. Bekle babam bekle. Askeriye’de kural değil
ama beklemek de adetten sayılıyor. Genelde yapacak iş ne olursa olsun erat
bekler. Biz de bekledik. Saat öğle yemeğini çalınca kumanyalarımız geldi. Köfte
ekmek. Ancak küçük bir sorun vardı köfteler ekmeğin arasında değildi. Aynı
torba içinde köfteler ve ekmek ayrı ayrı takılıyor. Aslında seçenek bolluğu
tabii. İstersen köfteleri ekmeğin içine koy ekmek arası köfte yap, istersen
ayrı ayrı ye. Şansıma yanımda bir kaç tane mendil vardı da, köfteleri teker
teker yedim. Yemek faslı bitince sıra bizim gruba geldi. Ne yapacağımızı çok
bilmiyoruz. Herkes öyle avlanacak ördek gibi bir masalara bakıyor, bir
başımızdaki komutanlara. Hangi masaların öncelikli olduğu konusunda kısa bir
emir aldık. Kimlik kontrolü ve başka bir masalar grubu. Her masanın başında da
bir kişi duruyor. Yalnız duranların hepsi asker değil. Bazıları bıyıklı falan
adamlar. Neyse sırası az olan birine girdim. Maksat işim az sürsün hemen eve
gideyim. Allah’tan arkadaşlardan biri gördü de “ Oğlum sen deli misin çabuk çık
o sıradan!” dedi. Allah Allah? Bu sıranın diğerlerinden kısa olması dışında ne
özelliği var anlamadım? Sorum hemen cevaplandı. Benim sırasında bulunduğum
masanın başındaki adam “ Komando yazacağım iki kişi kaldı. İki gönüllü çıksın
da kontenjanı doldurayım. Hadi aslanlarım!” dedi. Amanın! Komando masasının
kuyruğundaymışım. Kaş yapalım derken göz çıkarıyormuşuz iyi mi? Ben eve yarım
saat erken gideyim derken, hayatımın altı ayını yiyecekmişim haberim yok. İki
yağız genç hemen ön saflara koştu. Geri kalanlar hep yere, havaya sağa sola
bakıyor. Ne olur ne olmaz. Piyango bu belli mi olur size de vurabilir. Sıra
bize gelince evraklara bakıldı, bir sıra numarası verildi. Bu kadar. Sonra
tekrar sıra olduk ve dışarı postalandık. Hafta sonuna kadar bize verilen sıra
numarasıyla internetten girip askerliğimizin nereye çıktığını öğrenebiliriz. Askerliğimin
ilk günü böylece bitmiş oldu. Artık bir asker olarak eve gittim ve hafta sonunu
beklemeye başladım.
Hafta sonu
Cuma günü. Hafta sonuna bir gün var. Artık bugün
askerliğimin nerede yapılacağı belli olacak. Evde bir telaş ki sormayın. Gören
üniversite sınav sonucu açıklanıyor sanacak. 15 dakikada bir internete girilip
sonuca bakılıyor. Yok. Daha belli değil. Ah! Belli olmuş. 10 saniyede açılan
sayfa size 10 saat gibi geliyor. Hemen sıra numarası giriliyor veeeee….. Ankara
Sıhhiye İkmal Bakım Merkez Komutanlığı ve daha önemlisi kısa dönem. Eyyooooo!!!
Askerliğim Ankara’da. Hemen evde bir sevinç furyası, sanırsınız bu haftaki
sayısal vurmuş. Herkes birbirine sarılıyor, sağa sola telefonlarla haberler
veriliyor, arkadaşlar arıyor. Nisan 12’de Etimesgut’taki bu Komutanlığa teslim
olacağım. İyi, oluruz. Ben hafta sonundan Ankara’ya gidip teyzemlerle hafta
sonunu geçireceğim. Salı günü teslim oluyorum. Askerlik başlıyor.
Kışlada İlk Gün
İçeri ilk girdiğim anı hala hatırlıyorum. Aslında gayet rahattım.
Askerliğim rahat olacak. Teyzemlerin ikisi de burada yaşıyor. Herhangi bir acil
durumda onlar yardım edecekler. Zaten cep telefonu gibi derdim yok. Temiz
çamaşırlarım valizde. Eşyalar çalınmasın diye bilimum kilitler alınmış. Yedek
çoraplarım var. Her şey nizami. Yani olabilecek her şey çok iyiydi. Tanıdıklar
vardı. Bana yardımcı olabileceğini söyleyen bir ton insan vardı. Her şey
mükemmeldi. Ta ki bölük binasından içeri adımımı atana kadar. İçerdeki askerler
bana bir garip hafif gülümseyen gözlerle bakıyorlar. Hani “Hoş geldin. Gel
bakalım. Yanaş. Sana burada dünyanın kaç bucak olduğunu öğretirler nasılsa”
tarzı bakışlar vardır ya. Aynen öyle. Koğuştan içeri girince bana benzeyen
şaşkın ördek tipli birkaç arkadaş gördüm. Annesini bulmuş yavru gibi hissettim.
Gerçekten bu tip ortamlarda insanın yalnız olduğunu bilmemesi ona iyi geliyor.
Zaten hepimiz papatya tarlasındaki gül gibiyiz. Herkeste kamuflaj veya haki
atlet, bütün erler yeşil, artı bot, biz kot-gömlek spor ayakkabı. Üzerimize
“Bunlar yeni geldi” tabelası assan daha az dikkat çekeriz. Ben akşamüzerine
doğru gitmiştim. Akşam yemeği saatiymiş. Yemeğe indik. Bütün gözler üstümüzde.
Bizimle bir koğuş sorumlusu er ilgileniyor bir de bizden önceki kısa dönem
çavuşlardan biri. Herkes sadece yarım ağızla bir hoş geldin diyor ve geçiyor.
Hemen akşamına kamuflaj ve bot aldık. Eğitim esnasında giysiler hırpalanacağı
için bize kullanılmış bot ve kamuflaj verildi. Yenileri yemin töreninden önce
verilecekmiş. Aslında mantıklı bir uygulama ama bu kamuflajların yıkanmışı yok
mu? Yok. Tamam. Botların seçimi biraz daha zor oldu. Bir oda dolusu bot var
piyasada ama bu botların yarısının teki yok. Teki olanların bir kısmı yırtık,
bir kısmı farklı numara. Neyse hepimiz definecilik oynayıp birer çift bot
ayaklarımıza uydurduk. Akşam uyumaya çekildik. İlk günün heyecanı ve yorgunluğu
birleşince hemen uyuruz sandık. Işıkları kapatıp yatağa çekildik, hop ışıklar
açıldı. Ne oluyor yahu? Yat içtiması. İçtima nedir? Yoklama demek. Kaçan göçen
var mı diye sayılıyoruz. Peki. Yukarı çıktık. Yolda bize ağa ile tanışacaksınız
dediler. Ağa yeni gelenleri görmek istiyor. İyi tanışalım. Ben zaten pek dost
canlısı bir adamım. Hemen kaynaşırız daha iyi olur. Yukarı kata çıktık.
Anladığım kadarıyla bu “ağa” pek dost canlısı değil çünkü bütün erler sus-pus.
Yukarda çıt çıkmıyor. Neyse sayıldık, odalardan birinin içinden “Şu yeni
gelenleri getirin lan!” diye bir ses geldi. Evet. Bu gece çok “eğlenceli”
olacak hissediyorum. Odaya girerken çavuşlardan biri “Kepi çıkarın lan! Çabuk!
Ağa’nın gözlerinin içine bakmayın sakın!” diye kısık sesle bağırdı. Tezatın
farkındayım nasıl yapılıyor diye de sormayın, deneyin kısık sesle bağırmak
mümkün. Neye odaya girdik, bütün erler yatakların önünde sıraya dizilmişler
hepsi esas duruşta. (hazır ol vaziyeti) Biz de bir yere sıralandık. Ağa yatağın
üstünde filmlerdeki koğuş ağasının çok benzeri. Neyse bizimle tanıştı. Tanıştı
dediğim “Sen ne iş yapıyordun sivilde? Memleket nere? Yaş kaç?” Bu kadar. Başka
soru yok. Tanışma faslı bitince birkaç şınav çektik. Sonra millet kahkahalarla
gülmeye başladı. Hoş geldin partisiymiş. Herkesle bu sefer tanıştık. El
sıkıştık. Sonra yattık uyuduk.
Aşağı yukarı beş gün pek iş ya da eğitim falan yapmadık. Bir
hafta sonra eğitime başladığımızda, ben askerliğimin gerçekten uzun süreceğine
kanaat getirmiştim. Hatta ilk günkü eğitimin ilk molasında sigarayı bıraktım.
Bir daha da içmedim. Hayatta karşınıza çıkan şeylerin çoğu nerdeyse ying-yang
gibi. Her kötü görünen şeyin altından iyi birşey çıkabiliyor. Mesela askerlikle
ilgili bir yığın berbat şey anlatırlar; ben hem normalde veremeyeceğim kadar
kilo verdim hem sigarayı bıraktım. Allah aşkına biriniz söylesin ikisini aynı
anda yapabilen kaç insan evladı var şu dünyada? Annem de aynı düşünceler
içindeymiş ki, onu yemin törenimiz sonrasında komutanlarımıza “Helal olsun!
Böyle devam edin. Ben evde zayıflatamadım, siz burada muhteşem yapmışsınız
vallahi.” derken yakaladım. Hayır herhangi bir komutana söylese sorun değil ama
eğitim konusunda çok titiz ve çok sert bir takım komutanımız var, onu bulmuş ona
söylüyor. Herkese söyle de o olmaz yahu. Askerliğimin tamamı eğitim alanında
bitecek haberi yok. Annemi oradan nasıl çektiğimi hala hatırlamıyorum ama belli
ki zamanında çekmişim. Yemin töreninden sonra bir daha ilk haftadaki kadar ağır
eğitim yapmadım.
Genel Bakış
Askerlikle ilgili önemli hadiselerden bir tanesi de hiç
kimsenin özellikle de uzun dönem erlerin iş yapmak istememesi. Bize ilk
haftamızda daha eğitime başlamamışken verilen işleri çabucak bitiriyorduk.
Komutanlarımız şaşırıyordu, bu iş bu kadar zamanda nasıl bitti diye. Ben de bu
lafa şaşırıyordum. Verdiğiniz iş o kadar zor değildi ki o kadar uzun sürsün. Ne
var bunda diyordum. Erlerle birlikte iş yapmaya, hatta onlara iş yaptırmaya
başlayınca neden şaşırdıklarını anlamaya başladım. Erler ya tembelliklerinden,
ya iş yapmak istemediklerinden hiçbir işi doğru dürüst yapmıyorlar. Hepsi bir
şekilde kaçmanın yolunu arıyor. Ne yalan söyleyeyim ben hayatımda kimseye kötü
niyetle yaklaşmamıştım. Bunun da zarardan çok faydalarını gördüm. Askerlikte bu
iş tam tersi. İyi niyetle yaklaştığınız herkes sizi öyle ya da böyle sömürmek
için elinden geleni yapıyor. İyi biri olduğunuzda insanlar sizin iyiliğinizi
görüp kullanıveriyorlar. Sorumlu otomatik olarak siz oluyorsunuz. Benim hayat
felsefem “Sadece kaybedenlerin mazereti vardır” şeklindeydi. Eğer buna benzer
bir felsefeniz varsa askerde çok çekiyorsunuz. Askerde insan” Bana ne. Benim
sorunum değil. Benim görev alanım değil” gibi gerçekte sizin işten kovulmanıza
sebep olabilecek mazeretleri kullanmayı öğreniyor. İşin kötüsü bu mazeretler
işe yarıyor. Buradaki hayata alışabilmek için gerçekten kendinizi değiştirmeniz
gerekiyor. Ben buna “zihni kırmak” diyorum. Kafanızı ikiye ayırıyorsunuz.
Askeri kıyafetler içindeyken ki haliniz ile sivil elbiseler üzerinizdeyken
düşünceleriniz farklı olmalı. Bunu becerebilirseniz askerden önceki ve sonraki
haliniz arasında pek bir fark olmaz. Ama bunun gerçekten zor olduğunu belirtmek
zorundayım. Örneğin yemin töreni sonrası annem “Emre!” diye çağırınca otomatik
olarak “Emret komutanım!” demiştim. Bir tertibim (askerler arası bir terim.
Aynı zamanda gelen askerler birbirlerinin tertibi olur) istirahat zamanında
komutanlarımızdan birine “hocam” şeklinde hitap etmişti. Tabi ki cezalar da hep
beraber. Birinin hatasını herkes öder. Herkes sürünür, yatar, koşar. “Hocam” ın
ardından hep beraber sürünmüştük.
Neyse iyi niyetten bahsediyorduk. Askerlikte öyle bir şey
aramayın. Astlarınız işi size yıkmak için ve arazi olmak için, arazi
olamazlarsa işten kaçmak için olmadık çabalar sarfederler. Üstleriniz ise,
doğal olarak kendilerine verilmiş bir emri size iletirler. Siz de kısa dönem
çavuş olarak arada kalırsınız. Erlere ısrarla iş yaptırmaya çalışırsınız, onlar
da kaçmaya çalışırlar. İşte kötü niyet burada başlar. Siz iyi niyetli bir biçimde
erlere “Bu iş yapılacak” dersiniz. Bir bakarsınız ki adamların hepsi ortadan
kaybolmuşlar. Onları toplayana kadar canınız çıkar. Toplayamazsanız, sorumlu
siz olursunuz. Toplayıp iş yaptırırsanız da kötü olursunuz. Ben ilk başta
ödül-ceza sistemi kurmaya çalışmıştım. İnsanlar benim altımda çalışmak
istesinler diye düşünmüştüm. Askerlere dinlenme zamanları, su dağıtımı gibi ek
olanaklar sağladım. Bir de baktım ki ödül olarak verdiğim şeyler standart hale
getirilmeye çalışılıyor. Bir adamı su dağıtımına gönderdim, ertesi gün uyanık
elemanlar bana sormaya başladılar ”Suyu ben getireyim mi?” Yarım saatte bir 15
dakikalık dinlenme molası veriyordum, bir baktım ki 15 dakikada bir askerler
kendileri yarım saatlik mola vermeye başlamışlar. Bir yerden sonra iyi niyetinizi
kaybetmeye başlıyorsunuz. İşte sorun gene zihninizi ne kadar iyi
kırabildiğinizde. Eğer, zihninizi kırmadan iyi niyetinizi kaybederseniz, artık
iyi bir insan olmazsınız. İşte o zaman askerlik hikayelerde anlatılandan daha
kötü bir yer olmaya başlar sizin için. O zaman insanlar “Takma kafana bu kadar”
demeye başlarlar. O zaman firar düşünceleri aklınızı zorlamaya başlar. O zaman gece
gündüz çıkacağınız zamanı hesaplarsınız. Sadece sizinkini de değil, neredeyse
bütün bölüğün çıkacağı zamanı hesaplarsınız. Yapılacak her iş angarya gelmeye
başlar. Her şey üstünüze gelir. Nöbetlerde saniyeleri sayarsınız. Gecelerde
saniyeleri sayarsınız. Ailenizi, arkadaşlarınızı herkesi özlersiniz. Normalde özlemeyecek
olduklarınızı bile. Düşünmekten başınıza ağrılar girer. O zaman herkesin niye
sorduğunu anlamadığınız soruyu sorarsınız kendinize “Biter mi lan bu askerlik?”
Sonsöz
Gerçeği söylemek gerekirse henüz askerliğimi bitirmiş
değilim. Durumum çok kötü sayılmaz. Biraz pis, biraz terleyerek devam ediyor,
malum yaz sıcakları. Gerçi bu gibi konular burada çok sorun değil, zira herkes
kokuyor. Şansıma banyosu her akşam çalışan bir yerdeyim. Sigarayı gerçekten
bıraktım ve şimdilik 20 kilo verdim. Hiçbirşey olmasa bile bu iki kriter,
askerliğin bana iyi bir şey yapmış olduğunun kanıtı. Şu anda şafak 96 (96 gün
sonra askerlik bitiyor demek; erler arası bir terim) hayata hala umutla
bakabiliyorum. Hatta geleceğim hakkında parlak fikirlerim var. Askerlikte bir
de çok vaktiniz olduğu için hep düşünürsünüz. Evliyseniz eşinizi, çocuğunuzu,
değilseniz sevgilinizi; eğer hiçbiri yoksa, hayatınızın geri kalanını
planlarsınız. Hayatının aşağı yukarı 10 yılını planlamış bir asker olarak şunu
söyleyebilirim ki “Biter bu askerlik. Hem de nasıl bittiğini anlayamazsınız
bile”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder