31 Temmuz 2013 Çarşamba

1 nisan


1 Nisan
1 Nisan. Bugün askerliğimin ilk günü. Yaşı gelmiş ve üniversite bitirmiş (veya bitirmemiş) her Türk gencinin yapacağı şeyi yaptım ve askere gitmek için başvurdum. Bugün Tuzla Piyade Okulu’nda sınava gireceğim ve bir hafta içinde nereye gideceğim belli olacak. Daha önce askerlikle ilişkili işim sadece askerlik şubesinde olmuş. Ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Sınava nasıl gidilir? Yanına ne almak gerekir? Sınav giriş kartı falan yok mu? Malum sınav çocuğuyuz. Çocukluğumuzdan beri hep sınavlara gireriz. İlkokul sonunda ortaokullara giriş  sınavı. Liseye girerken lise giriş sınavı, üniversiteye girerken ÖSS. Hayatımız hep sınavla geçti ve bu sınavlar hep çok ciddi sınavlardı. Nelerin sorulabileceği en azından konu olarak belliydi. Neler çalışılacak? Ne kadar çalışılması gerekir? Hepsi belliydi. Sınavlar hep ciddi işlerdi. Sınavdan bir hafta önce ders çalışılması bırakılır, bir gün önce sınav yerine gidilir, sıraya bakılırdı. Bu arada başka sınavlara hiç değinmedim. Ehliyet sınavı vardır mesela, bir kursa gidersiniz çok zor sorular sorulmaz hemen ehliyet alırsınız. O yüzden pek kimse takmaz. Halbuki manyak şöförler yüzünden ölen insan sayısı azımsanamayacak kadar çok. Neyse işe girmek için yabancı dil sınavına girersiniz. Bankaya falan girecekseniz bu daha ilk engeldir. Daha bir ton sınavdan geçersiniz. Düşünün, askerlik bile sınavla. Gerçi bu sınavdan kalanları askere almıyorlar gibi bir şey sözkonusu değil.
Uzun lafın kısası bize (benle birlikte Nisan 2005’de askere gitmek isteyenlere) sınava girecekseniz dendi. Peki. Girelim. Ben zaten öğretmenim. Benim işim sınav. Bana koymaz, ama diğer arkadaşlar ne der bilmiyorum. Sınava girecek arkadaşların şöyle bir suratlarına baktım, hepsi de yeni sınavdan çıkmış gibi bakıyor. Herkes ne yapacağını biliyor. Kalemler bilenmiş, silgi ve yedekleri hazır, bekliyoruz. Beklerken insan askerliğin nasıl bir şey olduğunu düşünüyor.
Sınava girmek için daha askeriyenin kapıdan girerken askerliğe başladığınızı anlıyorsunuz. İçeri girer girmez 10 metrede bir, bir er size yol göstermek için bekliyor. Hepimizi kantine alıyorlar. Ben sanıyorum ki adımızı falan okuyacaklar. Ne bileyim, benim öğrencilerimin hazırlandığı sınavların hepsinde ismin listede varsa sınava girersin, yoksa hayatta binanın içine bile adım atamazsınız. İnsan hep bildiği ve gördüğü gibi zannediyor her şeyi. Askerliğin ilk politikası : birey yok, çoğul var. Çoğul dediğim manga, birlik, bölük neyse o. Asla sen yok. Biz de 100 kişi olduğumuzda bizi 4’lü olarak topladılar, sıraya dizdiler. Başımıza bir rütbeli (o zaman rütbelerden hiç anlamıyorum tabii ki. Şimdi sor alayını bilirim.) git babam git. Bir binanın içine soktular bizi. Oturun! Hemen oturduk. Askerde ikinci kural : her şey komutla. Komut ya da izin olmadan tuvalete çıkamazsın hatta uyuyamazsın bile. Neyse şansımıza başımızdaki halden anlayan biriydi. Bize oturma, binanın çok dışına taşmamak suretiyle gezinme bu sayede sigara içme, masa üstünde kalmak şartıyla uyuma ve tuvalete gitme izinlerinin hepsini birden verdi. Bir de grup numarası verdi. Bu bizim kaçıncı 100 kişi olduğumuzu belirten numara. Bir süre geçtikten sonra sınava alınmak üzere toparlandık. Sınava gireceğiz. Tabii ki sıra. İlk askeri arkadaş tecrübem de burada oldu. İçimizden biri “Arkadaşlar bu sınavın sonucu zaten bir anlam ifade etmiyor. Sınavda bir saat duracağımıza hepimiz atalım yarım saatte bitirelim eve de erkenden gideriz.”dedi. Ne yalan söyleyeyim bana mantıklı geldi. Zira herkes bitirmeden odadan çıkamıyorsun. Herkes anlaştı. Hepimiz atıyoruz. Askerler arasında da birbirine giydirme- iş kilitleme- öne çıkmak için başkasını ateşe atma çok popülermiş. Zira bize sınavı atın da gidelim diyen arkadaş sınavın son dakikasına kadar seçenek işaretli. Biz de inanan saflar olarak sınavı bitirmiş öylece suratına baktık durduk. Sınav bitince tekrar sıra ve bizi gayet kalabalık bir yere götürdüler. Grup numarası bizden düşük olan adamlar masların önünde sıraya dizilmişler. Bize bir oda gösterildi, oturduk. Bekle babam bekle. Askeriye’de kural değil ama beklemek de adetten sayılıyor. Genelde yapacak iş ne olursa olsun erat bekler. Biz de bekledik. Saat öğle yemeğini çalınca kumanyalarımız geldi. Köfte ekmek. Ancak küçük bir sorun vardı köfteler ekmeğin arasında değildi. Aynı torba içinde köfteler ve ekmek ayrı ayrı takılıyor. Aslında seçenek bolluğu tabii. İstersen köfteleri ekmeğin içine koy ekmek arası köfte yap, istersen ayrı ayrı ye. Şansıma yanımda bir kaç tane mendil vardı da, köfteleri teker teker yedim. Yemek faslı bitince sıra bizim gruba geldi. Ne yapacağımızı çok bilmiyoruz. Herkes öyle avlanacak ördek gibi bir masalara bakıyor, bir başımızdaki komutanlara. Hangi masaların öncelikli olduğu konusunda kısa bir emir aldık. Kimlik kontrolü ve başka bir masalar grubu. Her masanın başında da bir kişi duruyor. Yalnız duranların hepsi asker değil. Bazıları bıyıklı falan adamlar. Neyse sırası az olan birine girdim. Maksat işim az sürsün hemen eve gideyim. Allah’tan arkadaşlardan biri gördü de “ Oğlum sen deli misin çabuk çık o sıradan!” dedi. Allah Allah? Bu sıranın diğerlerinden kısa olması dışında ne özelliği var anlamadım? Sorum hemen cevaplandı. Benim sırasında bulunduğum masanın başındaki adam “ Komando yazacağım iki kişi kaldı. İki gönüllü çıksın da kontenjanı doldurayım. Hadi aslanlarım!” dedi. Amanın! Komando masasının kuyruğundaymışım. Kaş yapalım derken göz çıkarıyormuşuz iyi mi? Ben eve yarım saat erken gideyim derken, hayatımın altı ayını yiyecekmişim haberim yok. İki yağız genç hemen ön saflara koştu. Geri kalanlar hep yere, havaya sağa sola bakıyor. Ne olur ne olmaz. Piyango bu belli mi olur size de vurabilir. Sıra bize gelince evraklara bakıldı, bir sıra numarası verildi. Bu kadar. Sonra tekrar sıra olduk ve dışarı postalandık. Hafta sonuna kadar bize verilen sıra numarasıyla internetten girip askerliğimizin nereye çıktığını öğrenebiliriz. Askerliğimin ilk günü böylece bitmiş oldu. Artık bir asker olarak eve gittim ve hafta sonunu beklemeye başladım.
Hafta sonu
Cuma günü. Hafta sonuna bir gün var. Artık bugün askerliğimin nerede yapılacağı belli olacak. Evde bir telaş ki sormayın. Gören üniversite sınav sonucu açıklanıyor sanacak. 15 dakikada bir internete girilip sonuca bakılıyor. Yok. Daha belli değil. Ah! Belli olmuş. 10 saniyede açılan sayfa size 10 saat gibi geliyor. Hemen sıra numarası giriliyor veeeee….. Ankara Sıhhiye İkmal Bakım Merkez Komutanlığı ve daha önemlisi kısa dönem. Eyyooooo!!! Askerliğim Ankara’da. Hemen evde bir sevinç furyası, sanırsınız bu haftaki sayısal vurmuş. Herkes birbirine sarılıyor, sağa sola telefonlarla haberler veriliyor, arkadaşlar arıyor. Nisan 12’de Etimesgut’taki bu Komutanlığa teslim olacağım. İyi, oluruz. Ben hafta sonundan Ankara’ya gidip teyzemlerle hafta sonunu geçireceğim. Salı günü teslim oluyorum. Askerlik başlıyor.
Kışlada İlk Gün
İçeri ilk girdiğim anı hala hatırlıyorum. Aslında gayet rahattım. Askerliğim rahat olacak. Teyzemlerin ikisi de burada yaşıyor. Herhangi bir acil durumda onlar yardım edecekler. Zaten cep telefonu gibi derdim yok. Temiz çamaşırlarım valizde. Eşyalar çalınmasın diye bilimum kilitler alınmış. Yedek çoraplarım var. Her şey nizami. Yani olabilecek her şey çok iyiydi. Tanıdıklar vardı. Bana yardımcı olabileceğini söyleyen bir ton insan vardı. Her şey mükemmeldi. Ta ki bölük binasından içeri adımımı atana kadar. İçerdeki askerler bana bir garip hafif gülümseyen gözlerle bakıyorlar. Hani “Hoş geldin. Gel bakalım. Yanaş. Sana burada dünyanın kaç bucak olduğunu öğretirler nasılsa” tarzı bakışlar vardır ya. Aynen öyle. Koğuştan içeri girince bana benzeyen şaşkın ördek tipli birkaç arkadaş gördüm. Annesini bulmuş yavru gibi hissettim. Gerçekten bu tip ortamlarda insanın yalnız olduğunu bilmemesi ona iyi geliyor. Zaten hepimiz papatya tarlasındaki gül gibiyiz. Herkeste kamuflaj veya haki atlet, bütün erler yeşil, artı bot, biz kot-gömlek spor ayakkabı. Üzerimize “Bunlar yeni geldi” tabelası assan daha az dikkat çekeriz. Ben akşamüzerine doğru gitmiştim. Akşam yemeği saatiymiş. Yemeğe indik. Bütün gözler üstümüzde. Bizimle bir koğuş sorumlusu er ilgileniyor bir de bizden önceki kısa dönem çavuşlardan biri. Herkes sadece yarım ağızla bir hoş geldin diyor ve geçiyor. Hemen akşamına kamuflaj ve bot aldık. Eğitim esnasında giysiler hırpalanacağı için bize kullanılmış bot ve kamuflaj verildi. Yenileri yemin töreninden önce verilecekmiş. Aslında mantıklı bir uygulama ama bu kamuflajların yıkanmışı yok mu? Yok. Tamam. Botların seçimi biraz daha zor oldu. Bir oda dolusu bot var piyasada ama bu botların yarısının teki yok. Teki olanların bir kısmı yırtık, bir kısmı farklı numara. Neyse hepimiz definecilik oynayıp birer çift bot ayaklarımıza uydurduk. Akşam uyumaya çekildik. İlk günün heyecanı ve yorgunluğu birleşince hemen uyuruz sandık. Işıkları kapatıp yatağa çekildik, hop ışıklar açıldı. Ne oluyor yahu? Yat içtiması. İçtima nedir? Yoklama demek. Kaçan göçen var mı diye sayılıyoruz. Peki. Yukarı çıktık. Yolda bize ağa ile tanışacaksınız dediler. Ağa yeni gelenleri görmek istiyor. İyi tanışalım. Ben zaten pek dost canlısı bir adamım. Hemen kaynaşırız daha iyi olur. Yukarı kata çıktık. Anladığım kadarıyla bu “ağa” pek dost canlısı değil çünkü bütün erler sus-pus. Yukarda çıt çıkmıyor. Neyse sayıldık, odalardan birinin içinden “Şu yeni gelenleri getirin lan!” diye bir ses geldi. Evet. Bu gece çok “eğlenceli” olacak hissediyorum. Odaya girerken çavuşlardan biri “Kepi çıkarın lan! Çabuk! Ağa’nın gözlerinin içine bakmayın sakın!” diye kısık sesle bağırdı. Tezatın farkındayım nasıl yapılıyor diye de sormayın, deneyin kısık sesle bağırmak mümkün. Neye odaya girdik, bütün erler yatakların önünde sıraya dizilmişler hepsi esas duruşta. (hazır ol vaziyeti) Biz de bir yere sıralandık. Ağa yatağın üstünde filmlerdeki koğuş ağasının çok benzeri. Neyse bizimle tanıştı. Tanıştı dediğim “Sen ne iş yapıyordun sivilde? Memleket nere? Yaş kaç?” Bu kadar. Başka soru yok. Tanışma faslı bitince birkaç şınav çektik. Sonra millet kahkahalarla gülmeye başladı. Hoş geldin partisiymiş. Herkesle bu sefer tanıştık. El sıkıştık. Sonra yattık uyuduk.
Aşağı yukarı beş gün pek iş ya da eğitim falan yapmadık. Bir hafta sonra eğitime başladığımızda, ben askerliğimin gerçekten uzun süreceğine kanaat getirmiştim. Hatta ilk günkü eğitimin ilk molasında sigarayı bıraktım. Bir daha da içmedim. Hayatta karşınıza çıkan şeylerin çoğu nerdeyse ying-yang gibi. Her kötü görünen şeyin altından iyi birşey çıkabiliyor. Mesela askerlikle ilgili bir yığın berbat şey anlatırlar; ben hem normalde veremeyeceğim kadar kilo verdim hem sigarayı bıraktım. Allah aşkına biriniz söylesin ikisini aynı anda yapabilen kaç insan evladı var şu dünyada? Annem de aynı düşünceler içindeymiş ki, onu yemin törenimiz sonrasında komutanlarımıza “Helal olsun! Böyle devam edin. Ben evde zayıflatamadım, siz burada muhteşem yapmışsınız vallahi.” derken yakaladım. Hayır herhangi bir komutana söylese sorun değil ama eğitim konusunda çok titiz ve çok sert bir takım komutanımız var, onu bulmuş ona söylüyor. Herkese söyle de o olmaz yahu. Askerliğimin tamamı eğitim alanında bitecek haberi yok. Annemi oradan nasıl çektiğimi hala hatırlamıyorum ama belli ki zamanında çekmişim. Yemin töreninden sonra bir daha ilk haftadaki kadar ağır eğitim yapmadım.
Genel Bakış
Askerlikle ilgili önemli hadiselerden bir tanesi de hiç kimsenin özellikle de uzun dönem erlerin iş yapmak istememesi. Bize ilk haftamızda daha eğitime başlamamışken verilen işleri çabucak bitiriyorduk. Komutanlarımız şaşırıyordu, bu iş bu kadar zamanda nasıl bitti diye. Ben de bu lafa şaşırıyordum. Verdiğiniz iş o kadar zor değildi ki o kadar uzun sürsün. Ne var bunda diyordum. Erlerle birlikte iş yapmaya, hatta onlara iş yaptırmaya başlayınca neden şaşırdıklarını anlamaya başladım. Erler ya tembelliklerinden, ya iş yapmak istemediklerinden hiçbir işi doğru dürüst yapmıyorlar. Hepsi bir şekilde kaçmanın yolunu arıyor. Ne yalan söyleyeyim ben hayatımda kimseye kötü niyetle yaklaşmamıştım. Bunun da zarardan çok faydalarını gördüm. Askerlikte bu iş tam tersi. İyi niyetle yaklaştığınız herkes sizi öyle ya da böyle sömürmek için elinden geleni yapıyor. İyi biri olduğunuzda insanlar sizin iyiliğinizi görüp kullanıveriyorlar. Sorumlu otomatik olarak siz oluyorsunuz. Benim hayat felsefem “Sadece kaybedenlerin mazereti vardır” şeklindeydi. Eğer buna benzer bir felsefeniz varsa askerde çok çekiyorsunuz. Askerde insan” Bana ne. Benim sorunum değil. Benim görev alanım değil” gibi gerçekte sizin işten kovulmanıza sebep olabilecek mazeretleri kullanmayı öğreniyor. İşin kötüsü bu mazeretler işe yarıyor. Buradaki hayata alışabilmek için gerçekten kendinizi değiştirmeniz gerekiyor. Ben buna “zihni kırmak” diyorum. Kafanızı ikiye ayırıyorsunuz. Askeri kıyafetler içindeyken ki haliniz ile sivil elbiseler üzerinizdeyken düşünceleriniz farklı olmalı. Bunu becerebilirseniz askerden önceki ve sonraki haliniz arasında pek bir fark olmaz. Ama bunun gerçekten zor olduğunu belirtmek zorundayım. Örneğin yemin töreni sonrası annem “Emre!” diye çağırınca otomatik olarak “Emret komutanım!” demiştim. Bir tertibim (askerler arası bir terim. Aynı zamanda gelen askerler birbirlerinin tertibi olur) istirahat zamanında komutanlarımızdan birine “hocam” şeklinde hitap etmişti. Tabi ki cezalar da hep beraber. Birinin hatasını herkes öder. Herkes sürünür, yatar, koşar. “Hocam” ın ardından hep beraber sürünmüştük.
Neyse iyi niyetten bahsediyorduk. Askerlikte öyle bir şey aramayın. Astlarınız işi size yıkmak için ve arazi olmak için, arazi olamazlarsa işten kaçmak için olmadık çabalar sarfederler. Üstleriniz ise, doğal olarak kendilerine verilmiş bir emri size iletirler. Siz de kısa dönem çavuş olarak arada kalırsınız. Erlere ısrarla iş yaptırmaya çalışırsınız, onlar da kaçmaya çalışırlar. İşte kötü niyet burada başlar. Siz iyi niyetli bir biçimde erlere “Bu iş yapılacak” dersiniz. Bir bakarsınız ki adamların hepsi ortadan kaybolmuşlar. Onları toplayana kadar canınız çıkar. Toplayamazsanız, sorumlu siz olursunuz. Toplayıp iş yaptırırsanız da kötü olursunuz. Ben ilk başta ödül-ceza sistemi kurmaya çalışmıştım. İnsanlar benim altımda çalışmak istesinler diye düşünmüştüm. Askerlere dinlenme zamanları, su dağıtımı gibi ek olanaklar sağladım. Bir de baktım ki ödül olarak verdiğim şeyler standart hale getirilmeye çalışılıyor. Bir adamı su dağıtımına gönderdim, ertesi gün uyanık elemanlar bana sormaya başladılar ”Suyu ben getireyim mi?” Yarım saatte bir 15 dakikalık dinlenme molası veriyordum, bir baktım ki 15 dakikada bir askerler kendileri yarım saatlik mola vermeye başlamışlar. Bir yerden sonra iyi niyetinizi kaybetmeye başlıyorsunuz. İşte sorun gene zihninizi ne kadar iyi kırabildiğinizde. Eğer, zihninizi kırmadan iyi niyetinizi kaybederseniz, artık iyi bir insan olmazsınız. İşte o zaman askerlik hikayelerde anlatılandan daha kötü bir yer olmaya başlar sizin için. O zaman insanlar “Takma kafana bu kadar” demeye başlarlar. O zaman firar düşünceleri aklınızı zorlamaya başlar. O zaman gece gündüz çıkacağınız zamanı hesaplarsınız. Sadece sizinkini de değil, neredeyse bütün bölüğün çıkacağı zamanı hesaplarsınız. Yapılacak her iş angarya gelmeye başlar. Her şey üstünüze gelir. Nöbetlerde saniyeleri sayarsınız. Gecelerde saniyeleri sayarsınız. Ailenizi, arkadaşlarınızı herkesi özlersiniz. Normalde özlemeyecek olduklarınızı bile. Düşünmekten başınıza ağrılar girer. O zaman herkesin niye sorduğunu anlamadığınız soruyu sorarsınız kendinize “Biter mi lan bu askerlik?”
Sonsöz
Gerçeği söylemek gerekirse henüz askerliğimi bitirmiş değilim. Durumum çok kötü sayılmaz. Biraz pis, biraz terleyerek devam ediyor, malum yaz sıcakları. Gerçi bu gibi konular burada çok sorun değil, zira herkes kokuyor. Şansıma banyosu her akşam çalışan bir yerdeyim. Sigarayı gerçekten bıraktım ve şimdilik 20 kilo verdim. Hiçbirşey olmasa bile bu iki kriter, askerliğin bana iyi bir şey yapmış olduğunun kanıtı. Şu anda şafak 96 (96 gün sonra askerlik bitiyor demek; erler arası bir terim) hayata hala umutla bakabiliyorum. Hatta geleceğim hakkında parlak fikirlerim var. Askerlikte bir de çok vaktiniz olduğu için hep düşünürsünüz. Evliyseniz eşinizi, çocuğunuzu, değilseniz sevgilinizi; eğer hiçbiri yoksa, hayatınızın geri kalanını planlarsınız. Hayatının aşağı yukarı 10 yılını planlamış bir asker olarak şunu söyleyebilirim ki “Biter bu askerlik. Hem de nasıl bittiğini anlayamazsınız bile”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder