31 Temmuz 2013 Çarşamba

şafak sıkıştırması


Şafak Sıkıştırması

Bilinen birçok askeri tabir içinden bir tanesi vardır ki askerlerin aslında gözdesidir. Teskereyi almak. Ancak teskere alınmasın yakın askerlerin hareketlerinde bir gariplik gözlenir. Can sıkıntısı ile başlar ve devamı gelir.
Şimdi diyebilirsiniz ki teskereye az bir süre kala (örneğin 1 hafta) “insanın canı hiç sıkılır mı? Son bir hafta çok çabuk geçmez mi?” Kazın ayağı pek öyle değil. Hemen izah edeyim.
Askerlik süresince bir er, ister kısa dönem ister uzun dönem olsun, kendisini askerliğinin bitim tarihine endeksler. Bütün her şeyi bu günlere göre hesaplar. “Şu kadar gün sonra üst devre olacağım ve artık iş yapmayacağım” der. “Şu adamlar gittikten sonra ben de 120 sayacağım” der. Ne bileyim buna benzer bir sürü şey söylenir. Bu kadar şey söyleme esnasında insan kendini hep gideceği güne hazırlar. “Şu tarihte artık burada olmayacağım” dersiniz. “O zamanlar bizimkilerle yemek yiyor olacağız.” Sürekli kendinizi avutursunuz. Aslında sizi üzen askerlik yapmak, komutanların bağırış çağırışlarına göğüs germek, ağır iş yapmak falan değildir. Aslında sizi üzen (ve muhtemelen etraftaki herkesi de üzen) şey sevdiklerinden ayrı kalmaktır. Ailesi, arkadaşları, akrabaları.. Şimdiye kadar sürekli beraber olduğunuz herkesten ayrı kalırsınız. Hem de kısa bir süre için falan da değil. 6 ay ya da 15 ay. Şimdi düşünün, 15 ay boyunca size ettikleri ziyaretler hariç hiçbir akrabanızı veya sevdiğinizi göremediniz. Belki gördünüz ama o da 15 ay içinde 20 gün. Son günleriniz yaklaştı. Artık şimdiye kadar başkasının gitmesini beklerken, bakıyorsunuz ki insanlar sizin gitme gününüzü saymaya başlamışlar. Bir bakmışsınız ki sizden daha üst devre yok. Askerler yolda size yer veriyor, siz bir şey söylediğinizde “Sus lan!” diyen üst devrelerin hepsi gitmiş. Artık siz üst devre olmuşsunuz, hatta bunu da geçmişsiniz teskere alma vaktiniz gelmiş.
Bu durumdaki bir asker iki türlü davranış gösterebilir. Birincisi “Artık teskere almama bir hafta kaldı. Burada bu saatten sonra bana ceza falan da vermezler. Komutanların da hepsi tanıdık. Disiplini falan boşver. Yapacağını yap. Gününü gün et.” yaklaşımı. Bu yaklaşıma sahip arkadaşları hemen askeri ortamda tanırsınız. Sağa sola bağırırlar, kamuflaj giyilmesi gereken yerde eşofmanla dolaşırlar, askerlere şaka yollu sataşırlar. Liste uzar gider. İkinci yaklaşım tarzı da “ Bu zamana kadar öyle ya da böyle geldik. Şu son birkaç hafta dikkat edeyim de kimse bana ceza falan vermesin eve vaktinde gideyim” gibi düşünülebilir. Bu yaklaşımda olanlar ise genelde sessiz sakin adamlardır. Ama her iki tür insanda da görünen bir göz parıltısı vardır ki tarif edilebilir bir şey değildir. Daha önce gözlerinin feri sönmüş, hayat ışığı yokmuş gibi bakan adamlar şafakları azalmaya başlayınca canlanırlar. Gözlerinin içi artık neşeli neşeli bakar. Sanki her baktığında etrafına “Ben eve gidiyorum. Hem de kısa bir süre sonra” diye haykırıyordur. İşte, eve gitmesine az kalmış adamlar bazen eski hallerine dönerler. Gene hayata umutsuz gözlerle bakan donduk adamlar olurlar. Bunun sebebi belki alışkanlıktandır, belki aileye duyduğu özlemin giderek artmasıdır, belki sevgiliye kavuşma arzusudur, belki kendi yerine geçecek adamı yetiştirdikten sonra artık yapacak işinin kalmamasının da bunda rolü vardır, belki de aslında hepsi birdendir. Bunu bilemeyiz. Görebildiğimiz ise teskereci askerlerin arada bir ” Off ulan off! Bitmiyor be! Son on gün bitmiyor yahu. Ne yapmak lazım!” tarzı haykırışlarıdır. Gerçi son on günde de zaman geçirecek yollar bulunur. Sevdiğiniz insanların defterinize bir şeyler çiziktirmesini istersiniz. Onları okur vakit geçirirsiniz. Defteri güzelleştirir, sağda solda artık sayısı azalmış devrelerinizle son fotoğraflarınızı çektirirsiniz. Arada bir alt devreleriniz sizinle fotoğraf çektirmek isterler. Ama buna rağmen vakit bir türlü geçmez. O son on gün size gerçekten yirmi belki otuz gün gibi gelir. Zaman sanki ağırdan gidiyordur. Eskiden saate baktığınızda geçen zamanın yarısı geçer şimdi. Sanki akşam olmuyor, sanki günler bitmek bilmiyor gibi bir duygu kaplar içinizi. Eve gideceğinize sevinirsiniz ama aynı zamanda yeni bulduğunuz arkadaşlarınızdan ayrılmanın da hüznü vardır. Bu yüzden o hatıra defteri önemlidir. Siz vefalı bir arkadaş olarak arkadaşlarınızı unutmayacağınızı, o defter ile onları hep hatırlayacağınızı belirtirsiniz. Arkadaşlarınız ise o deftere bir şeyler yazarak size verdikleri önemi ve değeri yansıtırlar. Ama bütün bunlar bile sizin içinizdeki sıkıntıyı söküp atmaz. Şafağı azalan askerler sürekli of çekerler, sürekli “Bitmiyor yahu!” diye inlerler. Buna askerlerin verdiği çok şık bir isim vardır. “Şafak sıkıştırması”
Bu tür sıkıntılı zamandaki askerlere “şafak sıkıştırıyor” denir. Bu aslında bakıldığında duruma çok uygun bir tabirdir. Eve gidecek olmanın verdiği mutluluk ve arkadaşlardan ayrılmanın verdiği hüzün bir arada. Asker üzülsün mü sevinsin mi bilemez. (Aslında tabii ki herkes sevinir. Ama gene de 1,5 senedir alıştığınız bir düzenden kopmuş oluyorsunuz. Arkadaşlar da cabası.) Şafak sıkıştırması hastalığı her askerde görülür. Öyle ya da böyle her asker ister kısa dönem ister uzun dönem, şafak sıkıştırması hastalığından nasibini alır. En sakin duran adamlar bile en azından son gün uyuyamaz. Beni daha şafak sıkıştırmadığı için çok bilemiyorum ama sanırım insan memleketinde neler yapacağını planlıyor. Ailesi ne kadar değişmiş, annesi ne tür yemekler yapmış, beni ne kadar değişmiş bulacaklar, ben gidince ne yapacağım gibi bin bir türlü tilki adamın kafasında peydahlanır. Aslında bu tür soruların hepsi askerlik süresi içinde insanın kendine sorduğu sorulardır. Ama insan “şafak 256” derken bu tür soruların cevaplarını pek kafaya takmaz. “Nasılsa 200’ün üstünde günüm var. Bir ara düşünürüm elbet” denir. Gün günü, ay ayı kovalar ve bir de bakmışsınız ki sizin düşünmek için dediğiniz 200 gün olmuş, 15 gün 20 gün. Eh, insan biraz telaş eder doğal olarak. Artık tilkilerin dolaşma vakti gelmiş demektir. Bu düşünme süreci ise arkadaşlarınız ve sizi tanıyanlar arasında mutsuz olduğunuz veya sıkıntılı olduğunuz imajını çizer. Bu kadar düşünmeye siz de zaten biraz sıkıntılı olursunuz.
Son gece eğlenceniz düzenlenir. Artık silahını kamuflajlarını, botlarını teslim etmiş, askere ilk geldiğiniz halinizle durmaktasınız. Son gecenizde arkadaşlarınız sizi yalnız bırakmak istemez. Sizin bitirdiğiniz askerlik aynı zamanda onlara da askerliğin bitebileceğini müjdeler. O yüzden hep yanınızda bir iki kişi bulunur. Bunda son gecesindeki askerin sağa sola ısmarladığı şeylerin de payı yok değildir. Saat 24:00 gibi artık herkes uyumaya çekilir. Zira yarın sizin askerdeki son gününüz olabilir ama diğer insanların sabah 6:00’da kalkıp sabah yoklamasına falan yetişmeleri gerekmektedir. Gitmeniz gereken saatte koğuş nöbetçisi size kapıya kadar eşlik edecek kişileri kaldırır. Hep beraber giyinir gidecek askere son kez bakmak ve aynı zamanda veda hediyesi olan palaska vurma seremonisine katılmak için. Gözlerinizde hergün geçtiğiniz yol bir başka görünür. Bugün o yol nizamiye yolu değil, aynı zamanda özgürlüğe giden yoldur. Nizamiye kapısında herkes sizin etrafınızı sarar, palaskalar çıkarılır kepler yere atılır ve ortaya alınmış kişi kaçarken herkes palaskayla gidene vurur. Hızlı davrandınız ve kaçtınız kaçtınız, yoksa sabaha kadar dayak yersiniz.
Sevgili arkadaşım Mustafa, sana verebilecek en kişisel hediyem senin için yazdığım bu yazıdır. Hayatının bundan sonraki günlerini mutlu yaşamanı en içten şekilde dilerim. Yanımdaki yatakta yattığın onca zaman boyunca yaptığımız kısa muhabbetleri ve özellikle son günlerinde sürekli bastığın “Bitmiyor çavuş! Bitmiyor şu askerlik!” çığlıklarını özleyeceğimi itiraf etmeliyim. Ama şunu da biliyorum ki senin gidişin, benimkini de müjdeliyor. hiç kimsenin burada çakılı kalmayacağının canlı bir örneğisin benim için. Bu yüzden gidişine hem senin adına ve kendim adına seviniyor, hem de ortalıkta az olan düzgün adamlardan birinin gidişine üzülüyorum. Ancak her şeye rağmen beni son gecende göreceksin. Böreklerin ya da kolanın yanıbaşında değil de, kafanı çevirdiğinde biraz arkada dostlarının arasında göreceksin. Seninle son kez muhabbet etmek için gelmiş adamların arasında olacağım. Aynı şekilde nizamiye kapısında seni kucaklayıp atan veya palaskayla vuran değil de sana, sen kaybolana kadar el sallayanların arasında olacağım. Belki bir gün görüşürüz, belki de görüşmeyiz. Allah bilir. Ancak şunu bil ki hayatımın herhangi bir anında karşıma çıktığında seni içtenlikle kabul edecek insanlar arasında olacağım.
Son kez veda edene kadar yanındaki yatakta uyuyacak olan dostun Emre’den sevgilerle. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder