Şafak Sıkıştırması
Bilinen birçok askeri tabir
içinden bir tanesi vardır ki askerlerin aslında gözdesidir. Teskereyi almak.
Ancak teskere alınmasın yakın askerlerin hareketlerinde bir gariplik gözlenir.
Can sıkıntısı ile başlar ve devamı gelir.
Şimdi diyebilirsiniz ki
teskereye az bir süre kala (örneğin 1 hafta) “insanın canı hiç sıkılır mı? Son
bir hafta çok çabuk geçmez mi?” Kazın ayağı pek öyle değil. Hemen izah edeyim.
Askerlik süresince bir er,
ister kısa dönem ister uzun dönem olsun, kendisini askerliğinin bitim tarihine
endeksler. Bütün her şeyi bu günlere göre hesaplar. “Şu kadar gün sonra üst
devre olacağım ve artık iş yapmayacağım” der. “Şu adamlar gittikten sonra ben
de 120 sayacağım” der. Ne bileyim buna benzer bir sürü şey söylenir. Bu kadar şey
söyleme esnasında insan kendini hep gideceği güne hazırlar. “Şu tarihte artık
burada olmayacağım” dersiniz. “O zamanlar bizimkilerle yemek yiyor olacağız.”
Sürekli kendinizi avutursunuz. Aslında sizi üzen askerlik yapmak, komutanların
bağırış çağırışlarına göğüs germek, ağır iş yapmak falan değildir. Aslında sizi
üzen (ve muhtemelen etraftaki herkesi de üzen) şey sevdiklerinden ayrı
kalmaktır. Ailesi, arkadaşları, akrabaları.. Şimdiye kadar sürekli beraber
olduğunuz herkesten ayrı kalırsınız. Hem de kısa bir süre için falan da değil.
6 ay ya da 15 ay. Şimdi düşünün, 15 ay boyunca size ettikleri ziyaretler hariç
hiçbir akrabanızı veya sevdiğinizi göremediniz. Belki gördünüz ama o da 15 ay
içinde 20 gün. Son günleriniz yaklaştı. Artık şimdiye kadar başkasının
gitmesini beklerken, bakıyorsunuz ki insanlar sizin gitme gününüzü saymaya
başlamışlar. Bir bakmışsınız ki sizden daha üst devre yok. Askerler yolda size
yer veriyor, siz bir şey söylediğinizde “Sus lan!” diyen üst devrelerin hepsi
gitmiş. Artık siz üst devre olmuşsunuz, hatta bunu da geçmişsiniz teskere alma
vaktiniz gelmiş.
Bu durumdaki bir asker iki
türlü davranış gösterebilir. Birincisi “Artık teskere almama bir hafta kaldı.
Burada bu saatten sonra bana ceza falan da vermezler. Komutanların da hepsi
tanıdık. Disiplini falan boşver. Yapacağını yap. Gününü gün et.” yaklaşımı. Bu
yaklaşıma sahip arkadaşları hemen askeri ortamda tanırsınız. Sağa sola
bağırırlar, kamuflaj giyilmesi gereken yerde eşofmanla dolaşırlar, askerlere
şaka yollu sataşırlar. Liste uzar gider. İkinci yaklaşım tarzı da “ Bu zamana
kadar öyle ya da böyle geldik. Şu son birkaç hafta dikkat edeyim de kimse bana
ceza falan vermesin eve vaktinde gideyim” gibi düşünülebilir. Bu yaklaşımda
olanlar ise genelde sessiz sakin adamlardır. Ama her iki tür insanda da görünen
bir göz parıltısı vardır ki tarif edilebilir bir şey değildir. Daha önce
gözlerinin feri sönmüş, hayat ışığı yokmuş gibi bakan adamlar şafakları
azalmaya başlayınca canlanırlar. Gözlerinin içi artık neşeli neşeli bakar.
Sanki her baktığında etrafına “Ben eve gidiyorum. Hem de kısa bir süre sonra”
diye haykırıyordur. İşte, eve gitmesine az kalmış adamlar bazen eski hallerine
dönerler. Gene hayata umutsuz gözlerle bakan donduk adamlar olurlar. Bunun
sebebi belki alışkanlıktandır, belki aileye duyduğu özlemin giderek artmasıdır,
belki sevgiliye kavuşma arzusudur, belki kendi yerine geçecek adamı
yetiştirdikten sonra artık yapacak işinin kalmamasının da bunda rolü vardır,
belki de aslında hepsi birdendir. Bunu bilemeyiz. Görebildiğimiz ise teskereci
askerlerin arada bir ” Off ulan off! Bitmiyor be! Son on gün bitmiyor yahu. Ne
yapmak lazım!” tarzı haykırışlarıdır. Gerçi son on günde de zaman geçirecek
yollar bulunur. Sevdiğiniz insanların defterinize bir şeyler çiziktirmesini
istersiniz. Onları okur vakit geçirirsiniz. Defteri güzelleştirir, sağda solda
artık sayısı azalmış devrelerinizle son fotoğraflarınızı çektirirsiniz. Arada
bir alt devreleriniz sizinle fotoğraf çektirmek isterler. Ama buna rağmen vakit
bir türlü geçmez. O son on gün size gerçekten yirmi belki otuz gün gibi gelir.
Zaman sanki ağırdan gidiyordur. Eskiden saate baktığınızda geçen zamanın yarısı
geçer şimdi. Sanki akşam olmuyor, sanki günler bitmek bilmiyor gibi bir duygu
kaplar içinizi. Eve gideceğinize sevinirsiniz ama aynı zamanda yeni bulduğunuz
arkadaşlarınızdan ayrılmanın da hüznü vardır. Bu yüzden o hatıra defteri
önemlidir. Siz vefalı bir arkadaş olarak arkadaşlarınızı unutmayacağınızı, o
defter ile onları hep hatırlayacağınızı belirtirsiniz. Arkadaşlarınız ise o
deftere bir şeyler yazarak size verdikleri önemi ve değeri yansıtırlar. Ama
bütün bunlar bile sizin içinizdeki sıkıntıyı söküp atmaz. Şafağı azalan
askerler sürekli of çekerler, sürekli “Bitmiyor yahu!” diye inlerler. Buna
askerlerin verdiği çok şık bir isim vardır. “Şafak sıkıştırması”
Bu tür sıkıntılı zamandaki
askerlere “şafak sıkıştırıyor” denir. Bu aslında bakıldığında duruma çok uygun
bir tabirdir. Eve gidecek olmanın verdiği mutluluk ve arkadaşlardan ayrılmanın
verdiği hüzün bir arada. Asker üzülsün mü sevinsin mi bilemez. (Aslında tabii
ki herkes sevinir. Ama gene de 1,5 senedir alıştığınız bir düzenden kopmuş
oluyorsunuz. Arkadaşlar da cabası.) Şafak sıkıştırması hastalığı her askerde
görülür. Öyle ya da böyle her asker ister kısa dönem ister uzun dönem, şafak
sıkıştırması hastalığından nasibini alır. En sakin duran adamlar bile en
azından son gün uyuyamaz. Beni daha şafak sıkıştırmadığı için çok bilemiyorum
ama sanırım insan memleketinde neler yapacağını planlıyor. Ailesi ne kadar
değişmiş, annesi ne tür yemekler yapmış, beni ne kadar değişmiş bulacaklar, ben
gidince ne yapacağım gibi bin bir türlü tilki adamın kafasında peydahlanır.
Aslında bu tür soruların hepsi askerlik süresi içinde insanın kendine sorduğu
sorulardır. Ama insan “şafak 256” derken bu tür soruların cevaplarını pek
kafaya takmaz. “Nasılsa 200’ün üstünde günüm var. Bir ara düşünürüm elbet”
denir. Gün günü, ay ayı kovalar ve bir de bakmışsınız ki sizin düşünmek için
dediğiniz 200 gün olmuş, 15 gün 20 gün. Eh, insan biraz telaş eder doğal
olarak. Artık tilkilerin dolaşma vakti gelmiş demektir. Bu düşünme süreci ise
arkadaşlarınız ve sizi tanıyanlar arasında mutsuz olduğunuz veya sıkıntılı
olduğunuz imajını çizer. Bu kadar düşünmeye siz de zaten biraz sıkıntılı
olursunuz.
Son gece eğlenceniz
düzenlenir. Artık silahını kamuflajlarını, botlarını teslim etmiş, askere ilk
geldiğiniz halinizle durmaktasınız. Son gecenizde arkadaşlarınız sizi yalnız
bırakmak istemez. Sizin bitirdiğiniz askerlik aynı zamanda onlara da askerliğin
bitebileceğini müjdeler. O yüzden hep yanınızda bir iki kişi bulunur. Bunda son
gecesindeki askerin sağa sola ısmarladığı şeylerin de payı yok değildir. Saat
24:00 gibi artık herkes uyumaya çekilir. Zira yarın sizin askerdeki son gününüz
olabilir ama diğer insanların sabah 6:00’da kalkıp sabah yoklamasına falan
yetişmeleri gerekmektedir. Gitmeniz gereken saatte koğuş nöbetçisi size kapıya
kadar eşlik edecek kişileri kaldırır. Hep beraber giyinir gidecek askere son kez
bakmak ve aynı zamanda veda hediyesi olan palaska vurma seremonisine katılmak
için. Gözlerinizde hergün geçtiğiniz yol bir başka görünür. Bugün o yol
nizamiye yolu değil, aynı zamanda özgürlüğe giden yoldur. Nizamiye kapısında
herkes sizin etrafınızı sarar, palaskalar çıkarılır kepler yere atılır ve
ortaya alınmış kişi kaçarken herkes palaskayla gidene vurur. Hızlı davrandınız
ve kaçtınız kaçtınız, yoksa sabaha kadar dayak yersiniz.
Sevgili arkadaşım Mustafa,
sana verebilecek en kişisel hediyem senin için yazdığım bu yazıdır. Hayatının
bundan sonraki günlerini mutlu yaşamanı en içten şekilde dilerim. Yanımdaki
yatakta yattığın onca zaman boyunca yaptığımız kısa muhabbetleri ve özellikle
son günlerinde sürekli bastığın “Bitmiyor çavuş! Bitmiyor şu askerlik!”
çığlıklarını özleyeceğimi itiraf etmeliyim. Ama şunu da biliyorum ki senin
gidişin, benimkini de müjdeliyor. hiç kimsenin burada çakılı kalmayacağının
canlı bir örneğisin benim için. Bu yüzden gidişine hem senin adına ve kendim
adına seviniyor, hem de ortalıkta az olan düzgün adamlardan birinin gidişine
üzülüyorum. Ancak her şeye rağmen beni son gecende göreceksin. Böreklerin ya da
kolanın yanıbaşında değil de, kafanı çevirdiğinde biraz arkada dostlarının
arasında göreceksin. Seninle son kez muhabbet etmek için gelmiş adamların
arasında olacağım. Aynı şekilde nizamiye kapısında seni kucaklayıp atan veya
palaskayla vuran değil de sana, sen kaybolana kadar el sallayanların arasında
olacağım. Belki bir gün görüşürüz, belki de görüşmeyiz. Allah bilir. Ancak şunu
bil ki hayatımın herhangi bir anında karşıma çıktığında seni içtenlikle kabul
edecek insanlar arasında olacağım.
Son kez veda edene kadar
yanındaki yatakta uyuyacak olan dostun Emre’den sevgilerle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder