Günbatımından Şafağa
Erkeklerde askerlik
maceraları bitmezmiş. Askerlik şubesine gittiğim günün akşamında arkadaşlarla
toplanmıştık ve ben bir saat boyunca askerlik şubesindeki saçmalıklardan
bahsetmiştim. Şu anda o saçmalıkların neler olduğunu hatırlamıyorum ama bir
arkadaşım bana “Sen askere gitmeden bu kadar anlattığına göre, askerden
geldiğinde biz ayvayı yedik” demişti. Hala asker olduğuma göre ayvayı yiyip
yemediklerini henüz bilmiyorum ama hala bana öyle ballandıra ballandıra
anlatabileceğim anım olduğunu sanmıyorum. Şöyle “Bizim de askerde bir eleman
vardı” ile başlayan cümleler silsilesi kurarsınız. Herkes size yarım saat sonra
sıkıntılı gözlerle bakmaya başlar. Size yakın olanlar nezaketten sizi dinlerler
ama önlerindeki içkiler hızla biter. Kısaca size “Yeter be kardeşim! Kafayı o
kadar şişirdin ki seni dinleyebilmek için sarhoş olmak lazım” derler. Size
biraz daha uzak olanlar hemen kendi aralarında muhabbete başlarlar. Siz de
ortamı şenlendirmek için komik ve eğlenceli anılarınızı sıralamaya çalışırsınız.
Bunlar nedense gene hep askerlik anılarıdır,
hatta bir çoğu nöbetler ile ilgilidir.
Bence askerdeki en yalnız,
ama buna rağmen en tatlı zamanlarım nöbetteydi. Bu yüzden nöbetlere güle oynaya
giderdim. Şimdi diyeceksiniz ki “Manyak mısın kardeşim? İki saat, omzunda
silahla ayakta sürekli bekle dur. Hayatında nöbet tutmaktan hoşlanan insan olur
mu?” Oluyor. Ben numunelik örnek olabilirim, ama gerçekten nöbetlerde
eğlenirdim.
Her nöbet saatinin kendine
has güzel bir tarafı olur. İnsanlar kendilerini nefret etmeye o kadar
alıştırmışlardır ki, bu güzellikleri göremezler. Diğer kışlaları bilmem ama
benim askerlik yaptığım kışlada nöbetler tek saattir. Sabah 7-9 ile başlar 24
saat devam eder. Benim en sevdiğim nöbetler ise akşam ve gece nöbetleriydi. Akşam
19-21 nöbetinde bir günbatımı olur… Güneşin bütün Ankara’nın üstüne kızıl
ışığını bir battaniye gibi örtüşünü seyredersiniz. 19 gibi güneş hala ortalığı
aydınlatır. 20 gibi ortalık kızıl olmaya başlar. Eğer o sırada yere bakarsanız
(hele nöbetçi kulübesinin tepesinde iseniz) kızıllığın ağaçların üstünden nasıl
yansıdığını izleyebilirsiniz. Tıpkı batan güneşin denizin üzerinden yansıması
gibidir. Havaya bakarsanız, renk cümbüşü gözlerinize bayram yaptırır. Gökkuşağı
renklerinin tamamını yarım saat için görebilirsiniz. Güneşe yaklaştıkça kızıla
ve sarıya, uzaklaştıkça maviye giden renkler sizi adeta geceye hazırlar. Saat
9’a yaklaştıkça kızıllık yerini maviye, mavi ise yerini çok güzel bir laciverte
bırakır. O laciverti her zaman göremezsiniz. Hava tamamen açık ve güneş batalı
40-45 dakika kadar olduğu zaman gece mavisi ortalığı kaplar. Siyahtır ama
içindeki laciverti de rahatlıkla seçersiniz. En fazla 10-15 dakika. Sizi beklemez.
Keyfini çıkardın çıkardın, yoksa bir sonraki bulutsuz akşamı beklersin. Gerçi
bulutlu akşamlar da bazen keyifli olur. Özellikle şanslı gününüzde iseniz güneş
batmaya yakın önüne kocaman bir bulut gelir. O zaman işte güneşin bütün ışığı
buluttan yansıyarak yere gelir. Her yer sanki kırmızı gözlükle bakılıyormuş
gibi görünür. Hava serin olsa bile o kırmızı ton sanki sizi ısıtıyormuş gibi
gelir ve fazla üşümezsiniz. O kadar keyiflidir ki canınız bir sigara yakıp oracıkta
çilingir sofrasında oturmak ister. Hava ne soğuktur ne sıcak, ne çok aydınlık
ne çok karanlık. Tam muhabbet havasıdır. İşte günün belki de en efkarlı
saatidir benim için. Arkadaşlarımı en çok özlediğim saatlerdir. “Şimdi hep
beraber olsak ne eğlenirdik” dediğim saatlerdir. Hava kararmaya başladıkça,
hüzün de kaybolmaya başlar. Bir günün bitişi, aslında sizi arkadaşlarınıza
biraz daha yaklaştırır.
21-23 nöbeti ise ay doğumuna
denk gelir. Nöbet kulübesinin tepesine çıkar, ayın kızıl kızıl gelişini
seyredersiniz. İnsan bu sırada ayın ne kadar hızlı hareket ettiğine inanamaz.
İki dakika nöbet arkadaşınızla sohbet edersiniz Aaaa! “Yahu, biraz önce şu
apartmanın tepesinde değil miydi bu ay?” Sadece ayın yükselişini seyretmek bile
ayrı bir keyiftir. Bir de ay yükselirken civarınızda ışık yoksa etrafı nasıl
aydınlattığını görürsünüz. Daha önce hiç görünmeyen ağaçlar artık gölge
yapmaya, yıldızlar da gökyüzündeki yerlerini almaya başlar. Siz de en parlak
olandan başlayarak onların hangi yıldız olduğunu tahmin etmeye çalışırsınız.
Bir önceki geceye göre yeri ne kadar değişmiş ona bakarsınız. Tabii ki
(astrofizikçi olmadığınız için) bir şey anlamazsınız. Ancak uğraşması bile
insanı sıkıntıdan kurtarır. Bildiğiniz takımyıldızlara bakarsınız. Bilmediğiniz
yıldız kümelerine bakıp onların takımyıldız olduğunu varsayarsınız. Bu saatler
de sevgiliyi (veya adayını) düşündüğünüz saatlerdir. Bülent Ortaçgil’in Eylül
Akşamı şarkısındaki gibi “ Aynı anda, aynı sessiz geceye doğru içim sıkılıyor
demişizdir” dizesi aklınıza gelir. Sonra “Ayın karpuz dilimi gibi batışını
izlemişizdir deniz kıyısında” dizesini hatırlarsınız. “Acaba o da ayın doğuşunu
seyrediyor mudur şimdi?”diye kendi kendinize sorarsınız. Siz bunları düşünürken
ay zaten tepenize gelir. Siz sevgili düşünceleri ile birlikte nöbetinizi
bitirir, yatağa doğru hızlı bir şekilde ilerlersiniz.
23-01 nöbeti ile 01-03 nöbetleri
birbirinin çok benzeridir. Birinde ay tepededir, diğerinde ise ay artık
batmıştır veya batmaya yakındır. Yıldızlarla olan randevunuz devam eder. Ancak
bu nöbetlerde hava artık iyice kararmıştır. Herkes uykuya daldığı için ışıklar
da sönüktür. Artık ay ışığı iyice belirgindir. Bu iki nöbette en eğlenceli şey
gölgelerdir. Rüzgara göre ağaçlar sallanırken, gölgeleri de değişir ve siz o
gölgeleri şekillere benzetirsiniz. Hatta bazen insanlara. Bu saatler size şaka
yapılmasına çok müsaittir. Muzip arkadaşlarınız ağaç gölgelerine girerek sizin
olduğunuz bölgelere taş ya da kozalak gibi hışırtı çıkaracak şeyler atarlar.
Siz doğal olarak gece vakti gözlerinizden çok kulaklarınıza güvendiğiniz için
hemen paniklersiniz. Bu tür paniklemeler o an için tatsız hadiseler gibi
gözükseler de daha sonra insanları içkiye boğacak hikayelerinizden biri haline
gelecekleri için aslında eğlencelidirler.
03-05 nöbeti askerler
arasında erkek nöbeti olarak adlandırılır. Çünkü kalkması en zor nöbettir. Gerçek
bir uyku düşmanıdır. Ne tam gecedir, ne de sabah. Tam ikisinin arasıdır. İşte
güzelliği de buradadır. 04 gibi gece artık aydınlanmaya başlar. Ama bu akşamki
kadar ani olmaz. Akşam ne kadar telaşlı ise, sabah da o kadar sakindir. Gelmek
için hiç acele etmez. Sabah dingindir, nazlıdır. Gökyüzüne sürekli bakarsanız
günün aydınlamaya başladığını anlayamazsınız bile. Hava hala karanlık olmasına
rağmen arka plandaki dağların siluetlerini hafif hafif görmeye başlarsınız. Tam
bu saatlerde rüzgar da kesilir. Yaprak kıpırdamaz. Yere çiğ düşmeye
başlamıştır. Bir yandan havaya bakarsınız, bir yandan da üşürsünüz. Bu da tatlı
bir üşümedir. Nöbetinizin bitmek üzere olduğunun habercisidir bu titremeler.
Sıcak yatağınızı düşünüp ısınmaya çalışırsınız. Sabah o kadar yumuşak gelir ki
siz ne olduğunu anlayamadan gölgeler çekilir. Ağaçların arası sizin için gölge
oyunu yapmazlar. Artık arka plandaki dağ, hafif bir siluet olmaktan çıkmıştır.
Ağaçların renkleri belirginleşmeye başlar. Bu zamanda renklerin gelişimini
seyretmek de çok keyiflidir. Etrafınızdaki her şeyin gerçek rengi yavaşça
ortaya çıkmaya başlar. Daha önce siyah olanlar önce koyu yeşile, sonra da ağacın
kendi yeşil tonuna dönüşür. Nöbetçilerin geleceği yol görülür hale gelmeye
başladığında zaten nöbet değişimi için gelmiş olurlar.
05-07 nöbeti ise günün
ağarmaya başladığı nöbettir. Bu nöbetin ilk saatleri ne kadar soğuksa, son
saatleri de o kadar sıcaktır. Nöbete ilk başladığınızda hava aydınlıktır. Hatta
neredeyse gündüz gibidir. Ama güneşten eser yoktur. Bütün gecenin soğuğu üstünüze
çöker. Çoğu zaman ısınmak için hareket etmek zorunda olursunuz. Vaktinizin
çoğunu güneşi beklemekle geçirirsiniz. Dediğim gibi, güneş nazlıdır. Hemen
gelmez. Sizi biraz kıvrandırmadan olmaz. Güneşin habercisi olan kızıllık ortaya
çıkmaya başladığı zaman sizin içinizi de umut kaplar. “İşte geliyor” dersiniz.
“Artık ısınacağım.” Güneşin ucu göründüğü anda artık sizin için hayat yeniden
anlam bulur. Bütün o soğuğu, titremeyi unutur kendinizi güneşe odaklarsınız.
Beklersiniz ki güneş iyice çıkıp beni ısıtsın. Kışın ortasında soba bulmuş
çocuk gibi hemen güneş alan yere geçersiniz. Güneş çıkıp sizi ısıttığı zaman
artık başka eğlence arasınız kendinize. Uyanan bir şehri seyretmekten daha
keyifli ne olabilir ki? Arabalara, otobüslerin içine, gözlerini ovuşturan insanlara
bakarsınız. Araçlara binerken hangilerinin kahvaltı etmediğini hemen
hallerinden anlarsınız. İşyerinde içilecek kahve ve yanında bir iki poğaça için
acele ederler. Otobüs duraklarındaki insanların sayısı artmaya başlar. Araç
trafiği yoğunlaşır. Bir saat önceki sessizlik yerini bir kargaşaya bırakır. En
güzel tarafı ise siz askerde olduğunuz için bu kargaşanın tamamen dışında
olursunuz. Siz, nöbet kulübenizin hakim tepesinden trafikte yol için kapışan
adamlara bakarsınız. Sanki Eski Roma’da gladyatör dövüşünü seyreden Sezar gibi.
Sonuç sizi ilgilendirmese de seyretmesi keyiflidir. Kafanız sakindir.
Nöbetinizde vukuat yoktur. (askeri terim, problem demek) Şafaktan (askeri
terim, kalan gün demek) bir tane daha düşersiniz. Eksilttiğiniz ve kalan
günlerinizin hesabını yaparken güneş size gülümser. Ağaçlar size gülümser.
Sabah size gülümser. Gelen nöbetçiler size somurtur. Ama kimin umurunda ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder