31 Temmuz 2013 Çarşamba

günbatımından şafağa


Günbatımından Şafağa

Erkeklerde askerlik maceraları bitmezmiş. Askerlik şubesine gittiğim günün akşamında arkadaşlarla toplanmıştık ve ben bir saat boyunca askerlik şubesindeki saçmalıklardan bahsetmiştim. Şu anda o saçmalıkların neler olduğunu hatırlamıyorum ama bir arkadaşım bana “Sen askere gitmeden bu kadar anlattığına göre, askerden geldiğinde biz ayvayı yedik” demişti. Hala asker olduğuma göre ayvayı yiyip yemediklerini henüz bilmiyorum ama hala bana öyle ballandıra ballandıra anlatabileceğim anım olduğunu sanmıyorum. Şöyle “Bizim de askerde bir eleman vardı” ile başlayan cümleler silsilesi kurarsınız. Herkes size yarım saat sonra sıkıntılı gözlerle bakmaya başlar. Size yakın olanlar nezaketten sizi dinlerler ama önlerindeki içkiler hızla biter. Kısaca size “Yeter be kardeşim! Kafayı o kadar şişirdin ki seni dinleyebilmek için sarhoş olmak lazım” derler. Size biraz daha uzak olanlar hemen kendi aralarında muhabbete başlarlar. Siz de ortamı şenlendirmek için komik ve eğlenceli anılarınızı sıralamaya çalışırsınız. Bunlar nedense gene hep askerlik anılarıdır,  hatta bir çoğu nöbetler ile ilgilidir.
Bence askerdeki en yalnız, ama buna rağmen en tatlı zamanlarım nöbetteydi. Bu yüzden nöbetlere güle oynaya giderdim. Şimdi diyeceksiniz ki “Manyak mısın kardeşim? İki saat, omzunda silahla ayakta sürekli bekle dur. Hayatında nöbet tutmaktan hoşlanan insan olur mu?” Oluyor. Ben numunelik örnek olabilirim, ama gerçekten nöbetlerde eğlenirdim.
Her nöbet saatinin kendine has güzel bir tarafı olur. İnsanlar kendilerini nefret etmeye o kadar alıştırmışlardır ki, bu güzellikleri göremezler. Diğer kışlaları bilmem ama benim askerlik yaptığım kışlada nöbetler tek saattir. Sabah 7-9 ile başlar 24 saat devam eder. Benim en sevdiğim nöbetler ise akşam ve gece nöbetleriydi. Akşam 19-21 nöbetinde bir günbatımı olur… Güneşin bütün Ankara’nın üstüne kızıl ışığını bir battaniye gibi örtüşünü seyredersiniz. 19 gibi güneş hala ortalığı aydınlatır. 20 gibi ortalık kızıl olmaya başlar. Eğer o sırada yere bakarsanız (hele nöbetçi kulübesinin tepesinde iseniz) kızıllığın ağaçların üstünden nasıl yansıdığını izleyebilirsiniz. Tıpkı batan güneşin denizin üzerinden yansıması gibidir. Havaya bakarsanız, renk cümbüşü gözlerinize bayram yaptırır. Gökkuşağı renklerinin tamamını yarım saat için görebilirsiniz. Güneşe yaklaştıkça kızıla ve sarıya, uzaklaştıkça maviye giden renkler sizi adeta geceye hazırlar. Saat 9’a yaklaştıkça kızıllık yerini maviye, mavi ise yerini çok güzel bir laciverte bırakır. O laciverti her zaman göremezsiniz. Hava tamamen açık ve güneş batalı 40-45 dakika kadar olduğu zaman gece mavisi ortalığı kaplar. Siyahtır ama içindeki laciverti de rahatlıkla seçersiniz. En fazla 10-15 dakika. Sizi beklemez. Keyfini çıkardın çıkardın, yoksa bir sonraki bulutsuz akşamı beklersin. Gerçi bulutlu akşamlar da bazen keyifli olur. Özellikle şanslı gününüzde iseniz güneş batmaya yakın önüne kocaman bir bulut gelir. O zaman işte güneşin bütün ışığı buluttan yansıyarak yere gelir. Her yer sanki kırmızı gözlükle bakılıyormuş gibi görünür. Hava serin olsa bile o kırmızı ton sanki sizi ısıtıyormuş gibi gelir ve fazla üşümezsiniz. O kadar keyiflidir ki canınız bir sigara yakıp oracıkta çilingir sofrasında oturmak ister. Hava ne soğuktur ne sıcak, ne çok aydınlık ne çok karanlık. Tam muhabbet havasıdır. İşte günün belki de en efkarlı saatidir benim için. Arkadaşlarımı en çok özlediğim saatlerdir. “Şimdi hep beraber olsak ne eğlenirdik” dediğim saatlerdir. Hava kararmaya başladıkça, hüzün de kaybolmaya başlar. Bir günün bitişi, aslında sizi arkadaşlarınıza biraz daha yaklaştırır. 
21-23 nöbeti ise ay doğumuna denk gelir. Nöbet kulübesinin tepesine çıkar, ayın kızıl kızıl gelişini seyredersiniz. İnsan bu sırada ayın ne kadar hızlı hareket ettiğine inanamaz. İki dakika nöbet arkadaşınızla sohbet edersiniz Aaaa! “Yahu, biraz önce şu apartmanın tepesinde değil miydi bu ay?” Sadece ayın yükselişini seyretmek bile ayrı bir keyiftir. Bir de ay yükselirken civarınızda ışık yoksa etrafı nasıl aydınlattığını görürsünüz. Daha önce hiç görünmeyen ağaçlar artık gölge yapmaya, yıldızlar da gökyüzündeki yerlerini almaya başlar. Siz de en parlak olandan başlayarak onların hangi yıldız olduğunu tahmin etmeye çalışırsınız. Bir önceki geceye göre yeri ne kadar değişmiş ona bakarsınız. Tabii ki (astrofizikçi olmadığınız için) bir şey anlamazsınız. Ancak uğraşması bile insanı sıkıntıdan kurtarır. Bildiğiniz takımyıldızlara bakarsınız. Bilmediğiniz yıldız kümelerine bakıp onların takımyıldız olduğunu varsayarsınız. Bu saatler de sevgiliyi (veya adayını) düşündüğünüz saatlerdir. Bülent Ortaçgil’in Eylül Akşamı şarkısındaki gibi “ Aynı anda, aynı sessiz geceye doğru içim sıkılıyor demişizdir” dizesi aklınıza gelir. Sonra “Ayın karpuz dilimi gibi batışını izlemişizdir deniz kıyısında” dizesini hatırlarsınız. “Acaba o da ayın doğuşunu seyrediyor mudur şimdi?”diye kendi kendinize sorarsınız. Siz bunları düşünürken ay zaten tepenize gelir. Siz sevgili düşünceleri ile birlikte nöbetinizi bitirir, yatağa doğru hızlı bir şekilde ilerlersiniz.
23-01 nöbeti ile 01-03 nöbetleri birbirinin çok benzeridir. Birinde ay tepededir, diğerinde ise ay artık batmıştır veya batmaya yakındır. Yıldızlarla olan randevunuz devam eder. Ancak bu nöbetlerde hava artık iyice kararmıştır. Herkes uykuya daldığı için ışıklar da sönüktür. Artık ay ışığı iyice belirgindir. Bu iki nöbette en eğlenceli şey gölgelerdir. Rüzgara göre ağaçlar sallanırken, gölgeleri de değişir ve siz o gölgeleri şekillere benzetirsiniz. Hatta bazen insanlara. Bu saatler size şaka yapılmasına çok müsaittir. Muzip arkadaşlarınız ağaç gölgelerine girerek sizin olduğunuz bölgelere taş ya da kozalak gibi hışırtı çıkaracak şeyler atarlar. Siz doğal olarak gece vakti gözlerinizden çok kulaklarınıza güvendiğiniz için hemen paniklersiniz. Bu tür paniklemeler o an için tatsız hadiseler gibi gözükseler de daha sonra insanları içkiye boğacak hikayelerinizden biri haline gelecekleri için aslında eğlencelidirler.
03-05 nöbeti askerler arasında erkek nöbeti olarak adlandırılır. Çünkü kalkması en zor nöbettir. Gerçek bir uyku düşmanıdır. Ne tam gecedir, ne de sabah. Tam ikisinin arasıdır. İşte güzelliği de buradadır. 04 gibi gece artık aydınlanmaya başlar. Ama bu akşamki kadar ani olmaz. Akşam ne kadar telaşlı ise, sabah da o kadar sakindir. Gelmek için hiç acele etmez. Sabah dingindir, nazlıdır. Gökyüzüne sürekli bakarsanız günün aydınlamaya başladığını anlayamazsınız bile. Hava hala karanlık olmasına rağmen arka plandaki dağların siluetlerini hafif hafif görmeye başlarsınız. Tam bu saatlerde rüzgar da kesilir. Yaprak kıpırdamaz. Yere çiğ düşmeye başlamıştır. Bir yandan havaya bakarsınız, bir yandan da üşürsünüz. Bu da tatlı bir üşümedir. Nöbetinizin bitmek üzere olduğunun habercisidir bu titremeler. Sıcak yatağınızı düşünüp ısınmaya çalışırsınız. Sabah o kadar yumuşak gelir ki siz ne olduğunu anlayamadan gölgeler çekilir. Ağaçların arası sizin için gölge oyunu yapmazlar. Artık arka plandaki dağ, hafif bir siluet olmaktan çıkmıştır. Ağaçların renkleri belirginleşmeye başlar. Bu zamanda renklerin gelişimini seyretmek de çok keyiflidir. Etrafınızdaki her şeyin gerçek rengi yavaşça ortaya çıkmaya başlar. Daha önce siyah olanlar önce koyu yeşile, sonra da ağacın kendi yeşil tonuna dönüşür. Nöbetçilerin geleceği yol görülür hale gelmeye başladığında zaten nöbet değişimi için gelmiş olurlar.
05-07 nöbeti ise günün ağarmaya başladığı nöbettir. Bu nöbetin ilk saatleri ne kadar soğuksa, son saatleri de o kadar sıcaktır. Nöbete ilk başladığınızda hava aydınlıktır. Hatta neredeyse gündüz gibidir. Ama güneşten eser yoktur. Bütün gecenin soğuğu üstünüze çöker. Çoğu zaman ısınmak için hareket etmek zorunda olursunuz. Vaktinizin çoğunu güneşi beklemekle geçirirsiniz. Dediğim gibi, güneş nazlıdır. Hemen gelmez. Sizi biraz kıvrandırmadan olmaz. Güneşin habercisi olan kızıllık ortaya çıkmaya başladığı zaman sizin içinizi de umut kaplar. “İşte geliyor” dersiniz. “Artık ısınacağım.” Güneşin ucu göründüğü anda artık sizin için hayat yeniden anlam bulur. Bütün o soğuğu, titremeyi unutur kendinizi güneşe odaklarsınız. Beklersiniz ki güneş iyice çıkıp beni ısıtsın. Kışın ortasında soba bulmuş çocuk gibi hemen güneş alan yere geçersiniz. Güneş çıkıp sizi ısıttığı zaman artık başka eğlence arasınız kendinize. Uyanan bir şehri seyretmekten daha keyifli ne olabilir ki? Arabalara, otobüslerin içine, gözlerini ovuşturan insanlara bakarsınız. Araçlara binerken hangilerinin kahvaltı etmediğini hemen hallerinden anlarsınız. İşyerinde içilecek kahve ve yanında bir iki poğaça için acele ederler. Otobüs duraklarındaki insanların sayısı artmaya başlar. Araç trafiği yoğunlaşır. Bir saat önceki sessizlik yerini bir kargaşaya bırakır. En güzel tarafı ise siz askerde olduğunuz için bu kargaşanın tamamen dışında olursunuz. Siz, nöbet kulübenizin hakim tepesinden trafikte yol için kapışan adamlara bakarsınız. Sanki Eski Roma’da gladyatör dövüşünü seyreden Sezar gibi. Sonuç sizi ilgilendirmese de seyretmesi keyiflidir. Kafanız sakindir. Nöbetinizde vukuat yoktur. (askeri terim, problem demek) Şafaktan (askeri terim, kalan gün demek) bir tane daha düşersiniz. Eksilttiğiniz ve kalan günlerinizin hesabını yaparken güneş size gülümser. Ağaçlar size gülümser. Sabah size gülümser. Gelen nöbetçiler size somurtur. Ama kimin umurunda ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder