31 Temmuz 2013 Çarşamba

çarşı


Çarşı

İlk olarak hemen bahsedeyim, konumuz olan çarşı, bayanların haftada en az iki kere çıktığı, erkeklerin cüzdanlarını (ve kredi kartı limitlerini) boşalttığı çarşı değil. Askerlerin iki haftada bir, hafta sonu izni olan “çarşı izni”.
Askeri ortam, hayatta karşılaştığınız ortamlardan biraz farklıdır. En önemli farkı tamamen eril, yani erkek kaplı bir ortam olmasıdır. Eğer sivilde biraz sosyal bir insansanız, kızlarla falan gezip tozan, onlarla ilişkileri iyi tutabilen biriyseniz, askerlik sizi ilk etapta gerçekten şaşırtabilir. Askerlerin çoğu, televizyon seyrederken hafif bir dekolte görse ıslıklar havalarda uçuşur, o kadın hakkındaki fanteziler herkesle yüksek sesle paylaşılır. İlk başlarda bu size biraz garip gelir. Zira milletin fantezi kurduğu abla örneğin tombuldur, vücudu o kadar da düzgün değildir falan filan, kısaca aslında o kadar da etkileyici değildir. Siz muhtemelen çok daha güzel ve etkileyici olanları görmüşsünüzdür. Hemen ilk gün fark edersiniz ki askerlerin çoğu için kadının güzel olmasına o kadar da gerek yoktur. Güzel olması artı bir özelliktir ama kadının vücudunun hafif açık olması bile onlar için yeterlidir.
Bunun yanı sıra askeri ortam tamamen eril olduğu için, askerlerin birbiriyle olan şakalarında kısıtlayıcı bir taraf yoktur. İnsan kendini kızlı erkekli bir ortamda biraz frenler. Herkesin ortamdaki boş kıza yazma olasılığı olduğu için herkes biraz “ağır abi” olmaya çalışır. Askerde yatak arkadaşınıza sarkıntı olamayacağınıza göre, burada o kadar ağır takılmanın da bir anlamı yoktur. O yüzden 20-25 (hatta 30) yaşındaki adamları uzun eşek oynarken yakalayabilirsiniz. Üniversite mezunu kısa dönem askerler birbirlerine (veya diğer erlere) eğlence olsun diye el şakaları yapabilirler. Hatta öyle şakalar olur ki bazen, o şakayı yapan adama hayatta yüksek lisans mezunu (ya da doktor, mühendis) falan demezsiniz.
Şimdi düşünelim; buna benzer bir ortamda (acemiliği saymazsak) iki hafta geceli gündüzlü takıldınız. Herkes erkek, eğitim seviyesi çok düşük, herkes en deli kanlı çağında, ve en önemlisi dışarı falan çıkamıyorsunuz. Hep birliktesiniz. Yemekte, nöbette, sabah yoklamasında, koğuşta…Bu adamları iki hafta sonra dışarı salarsanız ne olur? Ben buna ideal Pazar eğlencesi diyorum.
Bir kere üzüm üzüme baka baka kararır derler. Eğitim seviyeniz, yaşınız ne kadar fazla olursa olsun, belirli bir süre (ki iki hafta buna yeter) böyle bir ortamda bulunan herkes ortama ayak uydurur. Tamam, belki televizyondaki Sibel Can göğüs dekoltesine o kadar da iç geçirerek bakmazsınız ama gene de bir bakarsınız. Gazetelerin arka sayfa güzellerine de göz gezdirmeyi ihmal etmezsiniz. Ufak ufak el şakalarına başlarsınız. Sarışın fıkralarını anlatırsınız. Karı-kız muhabbetlerinin kralını çevirirsiniz. Kısaca erkek muhabbetinin dibine vurursunuz. Sonra çarşı izniniz gelir.
Kışladan çıktığınız ilk anda sivil elbiseleri giymenin o tatlı coşkusu üzerinizdedir. Kendinize şöyle bir bakarsınız, elbise üzerinize iyi oturmuş mu, kırışıklığı var mı, saçlar jöleli mi? Gülmeyin bunlar bir asker için önemli hadiselerdir. Şimdiye kadar çıktığım çarşıların hiçbirinde saçları jölesiz, üstü başı kırışık asker görmedim. Kendi kamuflajına doğru dürüst bakmayan adamlar, çarşıda giyecekleri gömlek ve pantolonları bir gün önceden terziye ütületirler. Hatta bazıları dolapta kırışmasın diye sabah ütületir. Çarşı izni sabah 9’da başlar. Hep beraber dışarı çıkmanız gerekir. O yüzden aklı selim olanlar saat 8:30 gibi hazırlanmış olur. Ancak erlerin çoğu rüküş kokonalar gibi bir saat ayna karşısında vakit geçirir. Saçlar özenle yapılır. Arkadaşlardan otlanılan kokular sıkılır. Erler bu konuda da çok hassastır. Aynı şekilde kokmamak için o gün çarşıya çıkacak bir kişinin kokusunu almazlar veya başkasının kullandığı kokuya da yanaşmazlar. Malum ağabeyler televizyonda gördüğü kızlara yaklaşabileceklerdir. Falsoları (en azından üst başta) olmamalıdır. Bu yüzden kimse 9’da hazır olamaz. Siz çarşı vaktinizden gitmesin diye poponuzu yırtarsınız ama tıpkı evden çıkmak üzereyken eşinizin size sorduğu “Sence bu eteğimle çanta olmuş mu? Olmamış değil mi? Dur bir şu eteği değiştirip geleyim.” tarzı sorunlarla karşılaşırsınız. Allah’tan askerlerin pek fazla sivil kıyafeti yoktur da en fazla bir iki t-shirt değiştirirler.
Neyse, kırışıklık olmayan elbise ve otlak kokuyla ne kadar etkileyici biri olunduğunu bilmiyorum ama kışladan çıkınca kızlar size bir değişik görünür. Sanki hepsi sizi kesiyormuş gibidir. Size bakmayanlara ise, “Benden hoşlandı ama belli etmiyor.” diye düşünürsünüz. Otobüse binersiniz. Boynunuzda askeri kolye, (o kolye olmadan kışladan çıkamazsınız) elinizde nöbetçi amiri tarafından imzalanmış çarşı kağıdı, sadece boyun ve kol bölgesi yanmış bir ten ve kısacık saçlar ile her tarafınızdan “askerim ben” fışkırır. Siz buna rağmen kıyafetlerinize bakarak normal bir insanmış gibi davranmaya çalışırsınız. Kızları kesersiniz. Hatta en paçoz olanlarının bile yanına oturmak için arkadaşlarınızla yarışırsınız.
Şimdi esas hikaye buradan itibaren başlar. Eğer tertiplerinizle (aynı zaman aralığında askere gelen erler) çarşıya çıkmışsanız, birbirinize kışladaki gibi davranırsınız. El şakaları, bağırış çağırış, yoldaki kızlara laf atmalar. Bunlar tabii ki çok rahatsız edici görüntülerdir. Ancak şöyle düşünün; birbirleriyle iletişimleri küfür ve bağırış çağırış aracılığı ile olan adamların, kızlara gidip “Affedersiniz hanımefendi, sizi çok hoş buldum. İzniniz olursa size bir içki ikram etmek ve bu sayede sizi daha iyi tanımak isterim” demesini bekleyemezsiniz. Onun yerine “Hey yavrum be! Analar ne kızlar doğuruyor” askerler arasında gerçekten nazik bir yaklaşım sayılabilir.
Evet, bir süre hayatınız kışla olduğu için ilk geldiğinizde askerliği benimsemeniz ne kadar zor oldu ise, kışladan çıkınca da hayata karışmak o kadar zor gelir. Burada emir-komuta yoktur. Başınızda size ne yapacağınızı (ve o şeyi yapmazsanız size neler yapacağını) söyleyen bir komutan yoktur. Kaytarmak söz konusu değildir, çünkü iş yoktur. Bunlar bir askerin en az iki hafta boyunca alıştığı şeylerdir. Hem de gece gündüz. Eh, doğal ortamlarından ayrılan insanlar nasıl davranırsa, erler de öyle davranır. Önce eski ortamlarını bulundukları yere taşımaya çalışırlar. Tabii ki bu tip bir yaklaşım toplum tarafından hemen yadırganır. Siz olsanız siz de yadırgarsınız. Yolda yürürken birbirine el kol şakası yapan, bağıra bağıra konuşan hatta yanlarından geçen kızlara da laf atan 3-5 kişi hemen dikkat çeker. Ters bakışlar insanlar tarafından esirgenmez. Çoğu kafe ya da lokanta askerleri istemez. Bu yüzden askerlerin çoğu yürüyüş yapar ve ortalıkta gezer. Hatta bazıları bu yeni ortama ayak uyduramaz ve eski ortamına döner. Çarşı izni 19:00’da biter ama benim öğle saatlerinde bile çarşıdan gelen askerleri görmüşlüğüm vardır.
Benim çarşı izinlerim çok etkileyici değildi. Zira kaldığım yere 15 dakika mesafede teyzemler oturuyordu. Ayrıca tertiplerimin de iki tanesi de benim gibiydi Bir tanesi de birliğe cep telefonu sokmaya çalışırken yakalandığı için iki ay boyunca çarşıları kilitlenmişti. (çarşıya çıkamama cezası) Yani 8 kısa dönem erden  dördü çarşı izinlerinde ortalarda yoktu. Eh zaten hiçbirimiz aynı hafta aynı gün çıkamıyorduk. O yüzden asker arkadaşlarıyla beraber takılmanın nasıl bir şey olduğundan pek haberim yoktu. Aslına bakacak olursanız teyzemin yakın olması, benim için büyük bir şanstı çünkü sabah doğru dürüst bir duş alıp mükellef bir kahvaltı edebiliyordum. Teyzemlerde bilgisayar olduğu için internetin nimetlerinden faydalanıyordum.Dışarı çıkıp restoranlarda yemek yiyordum. En önemlisi askerde hayatta yapamayacağınız bir şeyi yapabiliyordum. Miskinlik.
Askerliğimizin ortalarında bir gün Kerem gelip “Çarşım açılmış, bu cumartesi çarşıya çıkabileceğim!” dediği zaman hepimiz çok sevinmiştik. Zira Kerem cep telefonu ile yakalanan arkadaşımızdı ve neredeyse 3 aydır bırakın Ankara’yı, kışla dışında bir yeri görmemişti. Teyzemler hafta sonu için tatile gitmişlerdi, ben de iyi bir arkadaşın yapacağını yapıp üç hafta çarşıya çıkamayacak bile olsam, bir hafta sonraki çarşı iznimi o cumartesiye aldırdım. Şansıma iki tertip daha o gün çarşıya çıkıyormuş. Biz de dört kişi beraber takılabileceğimiz bir günü hemen planladık. Bu zaman çok değerliydi çünkü muhtemelen bir daha ancak askerliğin son hafta sonunda beraber olabilecektik.
Planda yolda fazla vakit kaybetmek yoktu. Ankara büyük şehir. Şimdi gezmeye kalkarsak uzun sürer. Kışla zaten merkezden 45 dakika mesafede. Teyzemin evi hemen 15 dakika ötede. Hem de boş. Organizasyon hemen yapıldı. Günden mümkün olduğu kadar fazla faydalanacağız. Eve geldiğimizde zaten kahvaltılık malzemeleri almıştık. İnsan askerdeyken iyi bir kahvaltıyı gerçekten özlüyor. Hemen tava yağlandı, şöyle kalın kesilmiş sucuk dilimleri pişirildi. Çay zaten kolaydı. Ekmek bana bana, keyifli, muhabbeti bol bir kahvaltı yaptık. Sanırım o gün şansımızın olmadığı tek şey havaydı. Zira yağmur yağdı yağacak gibi bir bulut kümesi sürekli tepemizde dolaşıyordu. Biz de evde oturup film seyretmeye karar verdik. Hemen biralar alındı. Televizyon karşısındaki stratejik koltuklara yerleşildi. İlk film bitmeden pizza söylenmişti. İkinci filmi seyrederken, muhtemelen uzun zamandır bira içmediğimiz için (büyük boy pizzanın da payı vardır) hepimize ağırlık çökmüştü. Saat 4 gibi yayıldığımız koltuklarda uyuklamaya başladık. “Yahu zaten iki haftada bir çıkabiliyoruz, bir de dördümüzün beraber çıkabileceği çarşı zaten askerliğin son hafta sonunda, kaldı ki o zaman da boş evi nereden bulacaksın? Şimdi miskinliğin sırası mı? Kalkın! Hadi hemen ortalığı toparlayın! Çıkalım biraz gezelim bari. Zaten bir iki askerin siparişi var. Onları da alırız.” Herkes benim gibi düşünüyormuş olmalı ki hemen kalktık. Belki bunda son üç aydır “Koğuş kalk!” dendiği zaman uyanmanın zorunlu olmasının da etkisi vardır. Ama Kerem’in hali gerçekten çok komikti. Hala uyku sersemi haliyle benden terlik istemesi, “Oğlum ne terliği evdesin, banyoyu dilediğin gibi kullan” uyarılarına rağmen bot boyamaktan falan bahsetmesi görülmeye değerdi. Zar zor terliksiz banyoya sokulan Kerem, çıkınca “Ben biraz önce ne dedim?” diye sorduğu zaman hepimiz gerçekten gülmekten yarılmıştık. Belli ki banyoya girdiği zaman ancak uyanmıştı. Evi kilitleyip alışveriş merkezine gidince, sosyal bir ortamda bulunmanın verdiği hazzı hep birlikte tattık. Sağımızdan solumuzdan güzel kızlar geçiyor, köşedeki masada tatlı bir çift oturuyor, aileler alışverişe çıkmış. Hayat devam ediyor.
İşte çarşı izninin size verdiği en önemli izlenim bu. Hayat devam ediyor. Sizin için kışla içindeki zaman ne kadar duruyormuş gibi gelse de hayat devam ediyor. Bunun ben de yarattığı en önemli duygu özgürlük. İnsanlar geziyor eğleniyor sinemaya gidiyor. Siz ise 19:00’da kışlada olmak zorundasınız.. Aslında bu bakımdan askerlik bize iyi bir şey yapıyor. Elimizdekilerin değerini bilmemizi sağlıyor. “Allah sevdiği kulunun eşeğini kaybedip, sonra ona buldurturmuş” derler ya. Aynen öyle. Askerde hayatınızın en önemli varlığını, özgürlüğünüzü kaybedersiniz. Özgürlüğünüz, komutanlarınızın elindedir. Gel derler gelirsiniz, git derler gidersiniz. “Bu hafta sonu sana çift çarşı” derler, sevinirsiniz; “Senin iki ay çarşın kilitli” derler, dünyanız yıkılır. Askerdeyken siz de özgürlüğünüzün değerini anlarsınız. Sadece özgürlüğünüzün değil, daha birçok şeyin. Uykunun mesela. Saat 22:00’da yatarsınız ama gecenin köründe, sabaha karşı nöbet için uyandırılırsınız. Uykunuz bölündüğü için de hep yorgun olursunuz. Annenizin yemekleri mesela. Daha önce bamya, kapuska, musakka gibi yemeklere ağzınızı dokundurmayan siz, doğru dürüst bir yemeğin tadını özlersiniz. “Eve gidersem yemek hayatta seçmem” dersiniz. (Muhtemelen ilk zamanlar seçmezsiniz de) İşte çarşı izinleri size bugünleri hatırlatır. Hayatın devam ettiğini ve devam edeceğini, belirli bir zaman sonra sizin de çarkın bir parçası olacağınızı, hatta bugünleri içki sofrasında insanları bayıltmak için kullanacağınızı kulağınıza hafifçe fısıldar. Şafağınız (kalan gün sayınız) azaldıkça da fısıltı bağırmaya dönüşür. Siz ise çarşılarınızda yarım özgürlüğünüz ile, insanların alışverişine ve sağdaki soldaki kızların geçişine bakar, özgür olabilmek için sıranın size geleceği günü bekler durursunuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder