Çarşı
İlk olarak hemen bahsedeyim,
konumuz olan çarşı, bayanların haftada en az iki kere çıktığı, erkeklerin
cüzdanlarını (ve kredi kartı limitlerini) boşalttığı çarşı değil. Askerlerin
iki haftada bir, hafta sonu izni olan “çarşı izni”.
Askeri ortam, hayatta
karşılaştığınız ortamlardan biraz farklıdır. En önemli farkı tamamen eril, yani
erkek kaplı bir ortam olmasıdır. Eğer sivilde biraz sosyal bir insansanız,
kızlarla falan gezip tozan, onlarla ilişkileri iyi tutabilen biriyseniz,
askerlik sizi ilk etapta gerçekten şaşırtabilir. Askerlerin çoğu, televizyon
seyrederken hafif bir dekolte görse ıslıklar havalarda uçuşur, o kadın
hakkındaki fanteziler herkesle yüksek sesle paylaşılır. İlk başlarda bu size
biraz garip gelir. Zira milletin fantezi kurduğu abla örneğin tombuldur, vücudu
o kadar da düzgün değildir falan filan, kısaca aslında o kadar da etkileyici
değildir. Siz muhtemelen çok daha güzel ve etkileyici olanları görmüşsünüzdür. Hemen
ilk gün fark edersiniz ki askerlerin çoğu için kadının güzel olmasına o kadar
da gerek yoktur. Güzel olması artı bir özelliktir ama kadının vücudunun hafif
açık olması bile onlar için yeterlidir.
Bunun yanı sıra askeri ortam
tamamen eril olduğu için, askerlerin birbiriyle olan şakalarında kısıtlayıcı
bir taraf yoktur. İnsan kendini kızlı erkekli bir ortamda biraz frenler.
Herkesin ortamdaki boş kıza yazma olasılığı olduğu için herkes biraz “ağır abi”
olmaya çalışır. Askerde yatak arkadaşınıza sarkıntı olamayacağınıza göre,
burada o kadar ağır takılmanın da bir anlamı yoktur. O yüzden 20-25 (hatta 30)
yaşındaki adamları uzun eşek oynarken yakalayabilirsiniz. Üniversite mezunu
kısa dönem askerler birbirlerine (veya diğer erlere) eğlence olsun diye el
şakaları yapabilirler. Hatta öyle şakalar olur ki bazen, o şakayı yapan adama
hayatta yüksek lisans mezunu (ya da doktor, mühendis) falan demezsiniz.
Şimdi düşünelim; buna benzer
bir ortamda (acemiliği saymazsak) iki hafta geceli gündüzlü takıldınız. Herkes
erkek, eğitim seviyesi çok düşük, herkes en deli kanlı çağında, ve en önemlisi
dışarı falan çıkamıyorsunuz. Hep birliktesiniz. Yemekte, nöbette, sabah
yoklamasında, koğuşta…Bu adamları iki hafta sonra dışarı salarsanız ne olur? Ben
buna ideal Pazar eğlencesi diyorum.
Bir kere üzüm üzüme baka baka
kararır derler. Eğitim seviyeniz, yaşınız ne kadar fazla olursa olsun, belirli
bir süre (ki iki hafta buna yeter) böyle bir ortamda bulunan herkes ortama ayak
uydurur. Tamam, belki televizyondaki Sibel Can göğüs dekoltesine o kadar da iç
geçirerek bakmazsınız ama gene de bir bakarsınız. Gazetelerin arka sayfa
güzellerine de göz gezdirmeyi ihmal etmezsiniz. Ufak ufak el şakalarına
başlarsınız. Sarışın fıkralarını anlatırsınız. Karı-kız muhabbetlerinin kralını
çevirirsiniz. Kısaca erkek muhabbetinin dibine vurursunuz. Sonra çarşı izniniz gelir.
Kışladan çıktığınız ilk anda
sivil elbiseleri giymenin o tatlı coşkusu üzerinizdedir. Kendinize şöyle bir
bakarsınız, elbise üzerinize iyi oturmuş mu, kırışıklığı var mı, saçlar jöleli
mi? Gülmeyin bunlar bir asker için önemli hadiselerdir. Şimdiye kadar çıktığım
çarşıların hiçbirinde saçları jölesiz, üstü başı kırışık asker görmedim. Kendi
kamuflajına doğru dürüst bakmayan adamlar, çarşıda giyecekleri gömlek ve
pantolonları bir gün önceden terziye ütületirler. Hatta bazıları dolapta kırışmasın
diye sabah ütületir. Çarşı izni sabah 9’da başlar. Hep beraber dışarı çıkmanız
gerekir. O yüzden aklı selim olanlar saat 8:30 gibi hazırlanmış olur. Ancak
erlerin çoğu rüküş kokonalar gibi bir saat ayna karşısında vakit geçirir.
Saçlar özenle yapılır. Arkadaşlardan otlanılan kokular sıkılır. Erler bu konuda
da çok hassastır. Aynı şekilde kokmamak için o gün çarşıya çıkacak bir kişinin
kokusunu almazlar veya başkasının kullandığı kokuya da yanaşmazlar. Malum
ağabeyler televizyonda gördüğü kızlara yaklaşabileceklerdir. Falsoları (en
azından üst başta) olmamalıdır. Bu yüzden kimse 9’da hazır olamaz. Siz çarşı
vaktinizden gitmesin diye poponuzu yırtarsınız ama tıpkı evden çıkmak üzereyken
eşinizin size sorduğu “Sence bu eteğimle çanta olmuş mu? Olmamış değil mi? Dur bir
şu eteği değiştirip geleyim.” tarzı sorunlarla karşılaşırsınız. Allah’tan
askerlerin pek fazla sivil kıyafeti yoktur da en fazla bir iki t-shirt
değiştirirler.
Neyse, kırışıklık olmayan
elbise ve otlak kokuyla ne kadar etkileyici biri olunduğunu bilmiyorum ama kışladan
çıkınca kızlar size bir değişik görünür. Sanki hepsi sizi kesiyormuş gibidir.
Size bakmayanlara ise, “Benden hoşlandı ama belli etmiyor.” diye düşünürsünüz.
Otobüse binersiniz. Boynunuzda askeri kolye, (o kolye olmadan kışladan
çıkamazsınız) elinizde nöbetçi amiri tarafından imzalanmış çarşı kağıdı, sadece
boyun ve kol bölgesi yanmış bir ten ve kısacık saçlar ile her tarafınızdan
“askerim ben” fışkırır. Siz buna rağmen kıyafetlerinize bakarak normal bir
insanmış gibi davranmaya çalışırsınız. Kızları kesersiniz. Hatta en paçoz
olanlarının bile yanına oturmak için arkadaşlarınızla yarışırsınız.
Şimdi esas hikaye buradan
itibaren başlar. Eğer tertiplerinizle (aynı zaman aralığında askere gelen
erler) çarşıya çıkmışsanız, birbirinize kışladaki gibi davranırsınız. El
şakaları, bağırış çağırış, yoldaki kızlara laf atmalar. Bunlar tabii ki çok
rahatsız edici görüntülerdir. Ancak şöyle düşünün; birbirleriyle iletişimleri
küfür ve bağırış çağırış aracılığı ile olan adamların, kızlara gidip “Affedersiniz
hanımefendi, sizi çok hoş buldum. İzniniz olursa size bir içki ikram etmek ve
bu sayede sizi daha iyi tanımak isterim” demesini bekleyemezsiniz. Onun yerine
“Hey yavrum be! Analar ne kızlar doğuruyor” askerler arasında gerçekten nazik
bir yaklaşım sayılabilir.
Evet, bir süre hayatınız kışla
olduğu için ilk geldiğinizde askerliği benimsemeniz ne kadar zor oldu ise,
kışladan çıkınca da hayata karışmak o kadar zor gelir. Burada emir-komuta
yoktur. Başınızda size ne yapacağınızı (ve o şeyi yapmazsanız size neler
yapacağını) söyleyen bir komutan yoktur. Kaytarmak söz konusu değildir, çünkü
iş yoktur. Bunlar bir askerin en az iki hafta boyunca alıştığı şeylerdir. Hem
de gece gündüz. Eh, doğal ortamlarından ayrılan insanlar nasıl davranırsa,
erler de öyle davranır. Önce eski ortamlarını bulundukları yere taşımaya
çalışırlar. Tabii ki bu tip bir yaklaşım toplum tarafından hemen yadırganır.
Siz olsanız siz de yadırgarsınız. Yolda yürürken birbirine el kol şakası yapan,
bağıra bağıra konuşan hatta yanlarından geçen kızlara da laf atan 3-5 kişi
hemen dikkat çeker. Ters bakışlar insanlar tarafından esirgenmez. Çoğu kafe ya
da lokanta askerleri istemez. Bu yüzden askerlerin çoğu yürüyüş yapar ve
ortalıkta gezer. Hatta bazıları bu yeni ortama ayak uyduramaz ve eski ortamına
döner. Çarşı izni 19:00’da biter ama benim öğle saatlerinde bile çarşıdan gelen
askerleri görmüşlüğüm vardır.
Benim çarşı izinlerim çok
etkileyici değildi. Zira kaldığım yere 15 dakika mesafede teyzemler oturuyordu.
Ayrıca tertiplerimin de iki tanesi de benim gibiydi Bir tanesi de birliğe cep
telefonu sokmaya çalışırken yakalandığı için iki ay boyunca çarşıları
kilitlenmişti. (çarşıya çıkamama cezası) Yani 8 kısa dönem erden dördü çarşı izinlerinde ortalarda yoktu. Eh
zaten hiçbirimiz aynı hafta aynı gün çıkamıyorduk. O yüzden asker
arkadaşlarıyla beraber takılmanın nasıl bir şey olduğundan pek haberim yoktu. Aslına
bakacak olursanız teyzemin yakın olması, benim için büyük bir şanstı çünkü
sabah doğru dürüst bir duş alıp mükellef bir kahvaltı edebiliyordum.
Teyzemlerde bilgisayar olduğu için internetin nimetlerinden faydalanıyordum.Dışarı
çıkıp restoranlarda yemek yiyordum. En önemlisi askerde hayatta yapamayacağınız
bir şeyi yapabiliyordum. Miskinlik.
Askerliğimizin ortalarında
bir gün Kerem gelip “Çarşım açılmış, bu cumartesi çarşıya çıkabileceğim!”
dediği zaman hepimiz çok sevinmiştik. Zira Kerem cep telefonu ile yakalanan
arkadaşımızdı ve neredeyse 3 aydır bırakın Ankara’yı, kışla dışında bir yeri
görmemişti. Teyzemler hafta sonu için tatile gitmişlerdi, ben de iyi bir
arkadaşın yapacağını yapıp üç hafta çarşıya çıkamayacak bile olsam, bir hafta
sonraki çarşı iznimi o cumartesiye aldırdım. Şansıma iki tertip daha o gün çarşıya
çıkıyormuş. Biz de dört kişi beraber takılabileceğimiz bir günü hemen
planladık. Bu zaman çok değerliydi çünkü muhtemelen bir daha ancak askerliğin
son hafta sonunda beraber olabilecektik.
Planda yolda fazla vakit
kaybetmek yoktu. Ankara büyük şehir. Şimdi gezmeye kalkarsak uzun sürer. Kışla
zaten merkezden 45 dakika mesafede. Teyzemin evi hemen 15 dakika ötede. Hem de
boş. Organizasyon hemen yapıldı. Günden mümkün olduğu kadar fazla
faydalanacağız. Eve geldiğimizde zaten kahvaltılık malzemeleri almıştık. İnsan
askerdeyken iyi bir kahvaltıyı gerçekten özlüyor. Hemen tava yağlandı, şöyle
kalın kesilmiş sucuk dilimleri pişirildi. Çay zaten kolaydı. Ekmek bana bana,
keyifli, muhabbeti bol bir kahvaltı yaptık. Sanırım o gün şansımızın olmadığı
tek şey havaydı. Zira yağmur yağdı yağacak gibi bir bulut kümesi sürekli
tepemizde dolaşıyordu. Biz de evde oturup film seyretmeye karar verdik. Hemen
biralar alındı. Televizyon karşısındaki stratejik koltuklara yerleşildi. İlk
film bitmeden pizza söylenmişti. İkinci filmi seyrederken, muhtemelen uzun
zamandır bira içmediğimiz için (büyük boy pizzanın da payı vardır) hepimize
ağırlık çökmüştü. Saat 4 gibi yayıldığımız koltuklarda uyuklamaya başladık.
“Yahu zaten iki haftada bir çıkabiliyoruz, bir de dördümüzün beraber çıkabileceği
çarşı zaten askerliğin son hafta sonunda, kaldı ki o zaman da boş evi nereden
bulacaksın? Şimdi miskinliğin sırası mı? Kalkın! Hadi hemen ortalığı
toparlayın! Çıkalım biraz gezelim bari. Zaten bir iki askerin siparişi var.
Onları da alırız.” Herkes benim gibi düşünüyormuş olmalı ki hemen kalktık.
Belki bunda son üç aydır “Koğuş kalk!” dendiği zaman uyanmanın zorunlu
olmasının da etkisi vardır. Ama Kerem’in hali gerçekten çok komikti. Hala uyku
sersemi haliyle benden terlik istemesi, “Oğlum ne terliği evdesin, banyoyu
dilediğin gibi kullan” uyarılarına rağmen bot boyamaktan falan bahsetmesi
görülmeye değerdi. Zar zor terliksiz banyoya sokulan Kerem, çıkınca “Ben biraz
önce ne dedim?” diye sorduğu zaman hepimiz gerçekten gülmekten yarılmıştık. Belli
ki banyoya girdiği zaman ancak uyanmıştı. Evi kilitleyip alışveriş merkezine
gidince, sosyal bir ortamda bulunmanın verdiği hazzı hep birlikte tattık.
Sağımızdan solumuzdan güzel kızlar geçiyor, köşedeki masada tatlı bir çift
oturuyor, aileler alışverişe çıkmış. Hayat devam ediyor.
İşte çarşı izninin size
verdiği en önemli izlenim bu. Hayat devam ediyor. Sizin için kışla içindeki
zaman ne kadar duruyormuş gibi gelse de hayat devam ediyor. Bunun ben de
yarattığı en önemli duygu özgürlük. İnsanlar geziyor eğleniyor sinemaya
gidiyor. Siz ise 19:00’da kışlada olmak zorundasınız.. Aslında bu bakımdan
askerlik bize iyi bir şey yapıyor. Elimizdekilerin değerini bilmemizi sağlıyor.
“Allah sevdiği kulunun eşeğini kaybedip, sonra ona buldurturmuş” derler ya.
Aynen öyle. Askerde hayatınızın en önemli varlığını, özgürlüğünüzü
kaybedersiniz. Özgürlüğünüz, komutanlarınızın elindedir. Gel derler gelirsiniz,
git derler gidersiniz. “Bu hafta sonu sana çift çarşı” derler, sevinirsiniz;
“Senin iki ay çarşın kilitli” derler, dünyanız yıkılır. Askerdeyken siz de
özgürlüğünüzün değerini anlarsınız. Sadece özgürlüğünüzün değil, daha birçok
şeyin. Uykunun mesela. Saat 22:00’da yatarsınız ama gecenin köründe, sabaha
karşı nöbet için uyandırılırsınız. Uykunuz bölündüğü için de hep yorgun
olursunuz. Annenizin yemekleri mesela. Daha önce bamya, kapuska, musakka gibi
yemeklere ağzınızı dokundurmayan siz, doğru dürüst bir yemeğin tadını
özlersiniz. “Eve gidersem yemek hayatta seçmem” dersiniz. (Muhtemelen ilk
zamanlar seçmezsiniz de) İşte çarşı izinleri size bugünleri hatırlatır. Hayatın
devam ettiğini ve devam edeceğini, belirli bir zaman sonra sizin de çarkın bir
parçası olacağınızı, hatta bugünleri içki sofrasında insanları bayıltmak için
kullanacağınızı kulağınıza hafifçe fısıldar. Şafağınız (kalan gün sayınız)
azaldıkça da fısıltı bağırmaya dönüşür. Siz ise çarşılarınızda yarım
özgürlüğünüz ile, insanların alışverişine ve sağdaki soldaki kızların geçişine
bakar, özgür olabilmek için sıranın size geleceği günü bekler durursunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder